Türkiye’de Yönetişim

Günümüzde, ekonomi yönetiminden sorumlu Bakandan ünlü yönetim danışmanlarına kadar her kesim, gelişmiş dünyanın çoktan keşfedip uygulamaya koyduğu ‘iyi yönetişim’ ilkelerinin artık Türkiye için kaçınılmaz olduğu görüşündedir.

Yönetişim kavramının bulunmadığı kuruluşlarda ilk akla gelen sorular; Şirketlerin şeffaflık, hesap verebilirlik, adillik ve sorumluluk ilkelerine göre yönetilmediği bir ortamda şirket bilançolarının gerçek durumu yansıtmasını bekleyebilir miyiz? Bu koşullar altında bankalar bu şirketlere nasıl kredi verebilir? Makyajlanmış bilançolar üzerinden verilen kredilerin bankacılık sektörünün içinde bulunduğu durumda hiç mi payı olmamıştır? Küçük hissedarların haklarının iyi korunmadığı bir ortamda borsa yeteri kadar gelişebilir mi? Bu borsaya yabancılar yatırım yapar mı? Bu şirketlere yabancı sermaye ortak olur mu? Gerçeği yansıtmayan bilançolarla vergi gelirlerinin artışı sağlanabilir mi? Şirketleri güçlü olmayan bir ekonominin toplam rekabet gücü ne kadar yükselebilir?

Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerinde pek çok banka fona devredilmiş, borca batan, iflas eden şirketlerin bilançosu halen çıkarılamamıştır. Sonuçta, ‘Bu şirketleri kimler yönetiyordu, yoksa hiç yönetilmiyorlar mıydı?’ sorusuna verilecek yanıt önem kazanmıştır. Dünya Bankası ve IMF’in gelişmekte olan ülkelerdeki şirketlerde yönetim kurullarının profesyonelleştirilmesi ve bu kurullarda çıkar çatışmasına girmeyecek bağımsız üyelerin bulunması için özel fon ayırdığı dikkate alındığında, konunun önemi daha iyi ortaya çıkmaktadır.

Türkiye’de “Yönetişim” kavramı ile ilk tanışma 30 Mayıs – 14 Haziran 1996 arasında istanbul’da gerçekleştirilen Habitat II Zirvesi ile olmuştur. Zirvede, “yaşanabilirlik, aktif katılımcılık, sahiplenme, yönetişim, açıklık ve şeffaflık” gibi yeni kavramların hayata geçebilmesi için çok aktörlü bir “yönetişim” ön görülmüştür.

Bu bağlamda Habitat II Zirvesi, yalnızca hükümetleri değil, yerel yönetimleri, iş çevrelerini ve sivil girişimleri de sorunların çözümünde sorumlu kılmaktadır.

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı gözetiminde “Türkiye Yönetişim Programı” uygulamaya geçirilmiştir. Bu programda vjrgulanan yerel yönetimlerin güçlendirilmesi konusudur.

Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’nda Türkiye’yi sorunlardan kurtaracak yönetim şeklinin “yönetişim tipi devlet sistemi” olduğu belirtilmektedir. Yönetişim adı verilen formül yalnızca düşünsel düzey ile sınırlı kalmamakta; aynı zamanda, dünya yönetimi anlayışı, ulus-devletlerin merkezi yönetim uygulamaları, yerel yönetimler düzeylerinde de uygulanmaktadır.

Niyet Mektupları ile Dünya Bankası kredi anlaşmaları temelinde kurulan üst kurullar, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı ile yürüyen yerel konseyler, bu formülün Türkiye’deki uygulama parçalarıdır. Küresel düzeyde ise uygulamanın adı ‘global com-pact’ (küresel sözleşme) olarak adlandırılmış bulunmaktadır.

Daha iyi yönetişim hedeflerine erişmek için her şeyden önce Sivil Toplum Örgütlerinin (STÖ) katılımını gerektiren, çok sektörlü politika diyaloglarına ihtiyaç vardır. Bu hedefin başarılması, proje uygulamalarında gönüllü kuruluşları da kapsayan STÖ’lerinin devreye sokulmasını gerektirmektedir.

İçişleri Bakanlığı Mahalli idareler Genel Müdürlüğü tarafından Mahalli İdarelerin Yeniden Yapılandırılmasına ve Bu idarelerle İlgili Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde çalışmalar 24.01.1996 tarihinden itibaren başlamıştır.

Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı 21.11.1998 tarihinde Strasbourg’da imzalanmış ve Bakanlar Kurulunca 06.08.1998 tarihinde karara bağlanmıştır.

Avrupa Yerel Topluluklar ve Yönetimler Arasında Sınırötesi İşbirliği Çerçeve Sözleşmesi 04.02.1998 tarihinde imzalanmış ve 10.05.2000 tarihinde 4517 sayılı kanun olarak yasalaşmıştır.

içişleri Bakanlığı tarafından Gündem 21 konusunda çıkartılan 19.03.1998 tarih ve 50042 sayılı genelge ile Ulusal Gündem 21’lerin Yerel Gündem 21’lere dönüştürülmesi yolunda vali, kaymakam, belediye başkanları, mahalli idare birlikleri, dernekler, ve sivil toplum kuruluşları ile işbirliği içinde eğitim çalışmaları, toplantılar ve yayınlar yapılması, tanıtıcı faaliyetlerde bulunulması yönünde aktif çalışma başlatılmıştır.

1996 yılında Dünya Yerel Yönetim ve Demokrasi Akademisi (WALD) tarafından Avrupa Komisyonu MEDA programına sunulan Muhtarlar ve Mahalle Yönetimlerinin Güçlendirilmesi proje teklifi kabul edilerek 1998 Ocak ayında imzalanmış ve aynı yılın Haziran ayında yürürlüğe konmuştur.

Yerel yönetimlerle ilgili mevcut mevzuat desantralizasyon ve katılım hususlarında gerekli değişimlere izin vermemektedir.

Katı merkeziyetçi yapının korunması yönünde siyasilerin ve bürokratların tutumu desantralizasyon yönündeki açılımı engellemektedir.

Katılımcı yönetim geleneğinin yerleşmemiş olması nedeniyle STÖ’lerinin tepki ve önerileri yönetimler tarafından gerektiği gibi değerlendirilmemektedir.

Bilginin tek merkezde toplanmış olması, şeffaf ve ulaşılabilir olmasını engellemektedir.

Yerel yönetimlere görevleriyle orantılı gelir sağlayacağına ilişkin Anayasa maddesine ve iç hukuk belgesi konumundaki Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na karşın, yerel ile merkezi yönetimler arasında ve yerel yönetimlerin kendi içinde görev ve gelir bölüşümünü içeren denkleştirmeye gidilmemiştir.

Son beş yıllık dönem değerlendirildiğinde, yasal pratikte önceki dönemlere kıyasla desantralizasyon alanında herhangi bir olumlu değişiklik gözlenmemesine karşın, yerel yönetimlerin yetkilerinin daraltılması amaçlı yasa taslakları hazırlanmıştır.

Sürdürülebilirlik ve etkinlik açısından bu dönem içinde gerçekleşen işlerden alınan dersler

Katılımın ön-koşulu olan vatandaşlık bilinci ve örgütleme kültürünün yerleşmemiş olması, katılım konusunun yalnızca belli platformlarda gündeme gelmesine ve toplumun geniş kesimlerinin konudan ve imkanlardan habersiz olmasıyla sonuçlanmaktadır.

Gerek STÖ’ların kendi aralarında, gerek belli konularda çalışan kamu kuruluşları arasında, ve gerekse STÖ ve kamu kuruluşları arasında koordinasyon ve iletişim sorunları bulunmaktadır.

Halen sürdürülen girişimlerde, bilişim teknolojilerinin sağlayabileceği olanak ve kolaylıklardan yeterince yararlanılmamakta-dır. Örgütler bilişim teknolojisi hakkında bilgilendirilmeli ve altyapının oluşturulması konusunda desteklenmelidirler.

Uluslararası fonların sivil inisiyatifi kendi potansiyelini hayata geçirebileceği modellerin uygulanması yönünde kullanılması gerekmektedir.

Günümüzde, ekonomi yönetiminden sorumlu Bakandan ünlü yönetim danışmanlarına kadar her kesim, gelişmiş dünyanın çoktan keşfedip uygulamaya koyduğu ‘iyi yönetişim’ ilkelerinin artık Türkiye için kaçınılmaz olduğu görüşündedir.

Yönetişim kavramının bulunmadığı kuruluşlarda ilk akla gelen sorular; Şirketlerin şeffaflık, hesap verebilirlik, adillik ve sorumluluk ilkelerine göre yönetilmediği bir ortamda şirket bilançolarının gerçek durumu yansıtmasını bekleyebilir miyiz? Bu koşullar altında bankalar bu şirketlere nasıl kredi verebilir? Makyajlanmış bilançolar üzerinden verilen kredilerin bankacılık sektörünün içinde bulunduğu durumda hiç mi payı olmamıştır? Küçük hissedarların haklarının iyi korunmadığı bir ortamda borsa yeteri kadar gelişebilir mi? Bu borsaya yabancılar yatırım yapar mı? Bu şirketlere yabancı sermaye ortak olur mu? Gerçeği yansıtmayan bilançolarla vergi gelirlerinin artışı sağlanabilir mi? Şirketleri güçlü olmayan bir ekonominin toplam rekabet gücü ne kadar yükselebilir?

Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerinde pek çok banka fona devredilmiş, borca batan, iflas eden şirketlerin bilançosu halen çıkarılamamıştır. Sonuçta, ‘Bu şirketleri kimler yönetiyordu, yoksa hiç yönetilmiyorlar mıydı?’ sorusuna verilecek yanıt önem kazanmıştır. Dünya Bankası ve IMF’in gelişmekte olan ülkelerdeki şirketlerde yönetim kurullarının profesyonelleştirilmesi ve bu kurullarda çıkar çatışmasına girmeyecek bağımsız üyelerin bulunması için özel fon ayırdığı dikkate alındığında, konunun önemi daha iyi ortaya çıkmaktadır.

Türkiye’de “Yönetişim” kavramı ile ilk tanışma 30 Mayıs – 14 Haziran 1996 arasında istanbul’da gerçekleştirilen Habitat II Zirvesi ile olmuştur. Zirvede, “yaşanabilirlik, aktif katılımcılık, sahiplenme, yönetişim, açıklık ve şeffaflık” gibi yeni kavramların hayata geçebilmesi için çok aktörlü bir “yönetişim” ön görülmüştür.

Bu bağlamda Habitat II Zirvesi, yalnızca hükümetleri değil, yerel yönetimleri, iş çevrelerini ve sivil girişimleri de sorunların çözümünde sorumlu kılmaktadır.

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı gözetiminde “Türkiye Yönetişim Programı” uygulamaya geçirilmiştir. Bu programda vjrgulanan yerel yönetimlerin güçlendirilmesi konusudur.

Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’nda Türkiye’yi sorunlardan kurtaracak yönetim şeklinin “yönetişim tipi devlet sistemi” olduğu belirtilmektedir. Yönetişim adı verilen formül yalnızca düşünsel düzey ile sınırlı kalmamakta; aynı zamanda, dünya yönetimi anlayışı, ulus-devletlerin merkezi yönetim uygulamaları, yerel yönetimler düzeylerinde de uygulanmaktadır.

Niyet Mektupları ile Dünya Bankası kredi anlaşmaları temelinde kurulan üst kurullar, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı ile yürüyen yerel konseyler, bu formülün Türkiye’deki uygulama parçalarıdır. Küresel düzeyde ise uygulamanın adı ‘global com-pact’ (küresel sözleşme) olarak adlandırılmış bulunmaktadır.

Daha iyi yönetişim hedeflerine erişmek için her şeyden önce Sivil Toplum Örgütlerinin (STÖ) katılımını gerektiren, çok sektörlü politika diyaloglarına ihtiyaç vardır. Bu hedefin başarılması, proje uygulamalarında gönüllü kuruluşları da kapsayan STÖ’lerinin devreye sokulmasını gerektirmektedir.

İçişleri Bakanlığı Mahalli idareler Genel Müdürlüğü tarafından Mahalli İdarelerin Yeniden Yapılandırılmasına ve Bu idarelerle İlgili Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde çalışmalar 24.01.1996 tarihinden itibaren başlamıştır.

Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı 21.11.1998 tarihinde Strasbourg’da imzalanmış ve Bakanlar Kurulunca 06.08.1998 tarihinde karara bağlanmıştır.

Avrupa Yerel Topluluklar ve Yönetimler Arasında Sınırötesi İşbirliği Çerçeve Sözleşmesi 04.02.1998 tarihinde imzalanmış ve 10.05.2000 tarihinde 4517 sayılı kanun olarak yasalaşmıştır.

içişleri Bakanlığı tarafından Gündem 21 konusunda çıkartılan 19.03.1998 tarih ve 50042 sayılı genelge ile Ulusal Gündem 21’lerin Yerel Gündem 21’lere dönüştürülmesi yolunda vali, kaymakam, belediye başkanları, mahalli idare birlikleri, dernekler, ve sivil toplum kuruluşları ile işbirliği içinde eğitim çalışmaları, toplantılar ve yayınlar yapılması, tanıtıcı faaliyetlerde bulunulması yönünde aktif çalışma başlatılmıştır.

1996 yılında Dünya Yerel Yönetim ve Demokrasi Akademisi (WALD) tarafından Avrupa Komisyonu MEDA programına sunulan Muhtarlar ve Mahalle Yönetimlerinin Güçlendirilmesi proje teklifi kabul edilerek 1998 Ocak ayında imzalanmış ve aynı yılın Haziran ayında yürürlüğe konmuştur.

Yerel yönetimlerle ilgili mevcut mevzuat desantralizasyon ve katılım hususlarında gerekli değişimlere izin vermemektedir.

Katı merkeziyetçi yapının korunması yönünde siyasilerin ve bürokratların tutumu desantralizasyon yönündeki açılımı engellemektedir.

Katılımcı yönetim geleneğinin yerleşmemiş olması nedeniyle STÖ’lerinin tepki ve önerileri yönetimler tarafından gerektiği gibi değerlendirilmemektedir.

Bilginin tek merkezde toplanmış olması, şeffaf ve ulaşılabilir olmasını engellemektedir.

Yerel yönetimlere görevleriyle orantılı gelir sağlayacağına ilişkin Anayasa maddesine ve iç hukuk belgesi konumundaki Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na karşın, yerel ile merkezi yönetimler arasında ve yerel yönetimlerin kendi içinde görev ve gelir bölüşümünü içeren denkleştirmeye gidilmemiştir.

Son beş yıllık dönem değerlendirildiğinde, yasal pratikte önceki dönemlere kıyasla desantralizasyon alanında herhangi bir olumlu değişiklik gözlenmemesine karşın, yerel yönetimlerin yetkilerinin daraltılm