AVRUPA BİRLİĞİ BANKACILIK SEKTÖRÜNDE GELİŞMELER

Avrupa Birliği’nin geleceğe yönelik temel hedeflerinden birini de finansal piyasaların entegrasyonu oluşturmaktadır. Bu çerçevede Birlik içindeki yetkili organlarca sürekli mevzuat düzenlemeleri yapılırken bir yandan da üye ülkelerde entegrasyonun önündeki engellerin ortadan kaldırılması yönünde çalışmalar yapılmaktadır. Bu çerçevede bankaların faaliyetlerinin çerçevesi oluşturulurken aynı zamanda AB içindeki hareket düzeylerinin şekline ilişkin uygulamalar belirginleşmektedir.

Bu uygulamalar içinde en önemlisi ve AB üye ülkelerindeki bankacılığın entegrasyonunu sağlamaya yönelik olan karşılıklı tanıma prensibidir. Bu prensiple, bankaların faaliyete geçme koşulları, denetimi, tasfiyesi gibi alanlarda asgari düzeyde uyumunun sağlanması, kredi kurumlarına verilen faaliyet izinleri ve kredi kurumlarının denetimlerine ilişkin işlemlerin AB’ye üye devletler tarafından karşılıklı olarak tanınması ve denetim alanında kaynak ülke denetimi ilkesinin benimsenmesi esası getirilmiştir. Böylece üye ülke bankalarının diğer ülkelerde kolayca faaliyet gösterebilmelerinin önü açılmıştır. Bunun sonucu ise, özellikle rekabetteki artış olmaktadır. Bu gelişmeler çerçevesinde Avrupa Birliği (AB) bankacılık sektörü 2000’li yıllarda önemli yapısal değişiklikler yaşamış ve yaşamaya devam etmektedir. Bu süreçte bankaların geleneksel yapı ve fonksiyonlarını giderek terk ettikleri, piyasa paylarını ve karlılıklarını artırmak için farklı ürün ve coğrafi bölgelere daha fazla yatırım yapmaya başladıkları görülmektedir. Bu açılımlara karşılık bankaların risk yapılarında meydana gelen değişim, riskleri yönetme yöntemlerinde de değişikliğe yol açmıştır. Bu çerçevede AB bankacılık sektöründeki gelişmeleri, birleşme ve devralmalar, özellikle küçük üye ülkelerdeki yoğunlaşmalar, ürün yapısındaki değişimler, risk yapı ve algılamasındaki değişim başlıkları altında toplamak mümkündür.

AB ülkelerinde 1990’lı yılların başında başlayan birleşme ve devralmalar giderek yapı değiştirerek bugüne kadar gelmiştir ve halen devam etmektedir. 1990’lı yıllarda banka birleşmeleri daha çok ulusal bazda ve büyük bankalar arasında gerçekleşirken, 2000’li yıllarda finansal entegrasyon, Euro’ya geçiş, rekabet artışı gibi nedenlerle yapı değiştirerek üye ya da aday ülkeler arasında birleşme veya devralma şeklinde ağırlık kazanmaya başlamıştır. Önümüzdeki dönemde ise bankaların bu tür faaliyetlerinin gelişmekte olan ülkelerde ağırlık kazanması beklenmektedir.

Bunun yanında, bankaların, sigorta şirketleri ve menkul kıymet firmaları gibi diğer finans kuruluşlarına ağırlık verdikleri de görülmektedir. Birleşme ve devralmalar sonucu AB bankacılık sektöründe geçtiğimiz 10 yıllık süre içinde kredi kuruluşları sayısında % 30 azalma göze çarpmaktadır.

Bankacılık sektöründe birleşme ve devralmalar ile rekabetteki artış özellikle küçük üye ülkelerde yoğunlaşma oranının yüksek oluşmasına neden olmaktadır. Bu çerçevede Belçika, Danimarka, Litvanya, Malta, Hollanda, Portekiz, Finlandiya gibi ülkeler dikkat çekmektedir. Buna karşılık yoğunlaşma oranı Almanya ve İngiltere gibi büyük ülkelerde daha düşüktür.

Sektörde ortaya çıkan yeni yapıda bankalar rekabet güçlerini koruyabilmek için yeni faaliyet alanları geliştirmeye yada bazı alanlara daha fazla ağırlık vermeye başlamışlardır. Bu yeni alanlardan elde edilen getiriler, geleneksel bankacılıktan elde edilen kar marjlarındaki düşüşün telafi edilmesini sağlamıştır. Bu çerçevede pek çok banka son yıllarda, özellikle ipotekli konut finansmanı (mortgage), tüketici kredileri, KOBİ kredilerine daha fazla ağırlık vermişlerdir. Bunun sonucunda banka kredilerinde önemli artışlar sağlanmıştır. Ayrıca kredi kartlarının yapısı ve özellikleri bir çok AB ülkesinde değişmiştir. Bu değişiklikler arasında kredi limitlerindeki büyük artışlar, ödemelerin taksitlere bölünmesi ve kredinin döndürülmesi kolaylıkları yer almaktadır. Bazı kredi kuruluşları kredi kartlarının kullanılmasını teşvik etmek için toplam aylık ödeme miktarından indirim yapma yoluna bile gidebilmektedir.

Kaynaklar açısından bakıldığında bir çok ülkede mevduatlar kredilerin en önemli fonlama kaynağı olmaya devam etmektedir. Bununla birlikte kredilerde sağlanan yüksek artışları mevduatlardaki artış, karşılamada yetersiz kaldığından bankalar interbank piyasaları, sermaye piyasaları, menkul kıymetleştirme gibi alternatif fonlama kaynaklarına başvurmaktadırlar. Özellikle tüketici kredileri, konut kredileri, kredi kartı alacakları gibi alacakların menkul kıymetleştirilmesi ile önemli yeni kaynaklar yaratılmaktadır. Nitekim 2004 sonu itibarıyle yaklaşık 250 milyar euro düzeyinde bir menkul kıymetleştirme piyasasının oluştuğu görülmektedir.

Bankalar rekabet ve azalan kar marjları nedeniyle yukarıda belirttiğimiz çerçevede yeni faaliyet alanları yaratmanın yanında ülkemizde de son dönemlerde yapılmaya çalışıldığı gibi sundukları her hizmetin karşılığını ücretlendirerek gelirlerini artırmak istemektedirler.

Bankaların yeni uygulamalar başlatmaları ve müşteri memnuniyetinin öneminin giderek artması bilgi sistemlerine giderek önem vermeleri ve yatırım yapmaları sonucunu doğurmuştur. Gerek müşterilerine sunulan hizmet kalitesinin yükseltilmesi, gerekse artan ürün sayısının daha entegre bilgi sistemleri yapısı gerektirmesi bankaları bu konuda daha da zorlamaktadır.

Bilgi sistemleri ile bağlantılı diğer bir konu özellikle ödeme araçları konusunda elektronik işlemlerin hızlı bir şekilde gelişmesidir. Bankalara önemli maliyet avantajı sağlayan bu uygulamada bankalar daha da ileri giderek özellikle kredi kartı gibi bazı alanlarda ortak teknoloji kullanarak birlikte hareket etmeye başlamışlardır.

Bu gelişmeler ışığında AB bankacılığının kökeninde bulunan Evrensel bankacılık uygulamaları daha da belirgin hale gelmiştir. Banka şubeleri çok sayıda ürünü sunan dükkanlar gibi olurken, bankalar şubelerin dışına çıkarak potansiyel noktalarda şubeleri olmadan değişik hizmet kanalları (gezici şube, hizmet standları vb.) aracılığı ile de pek çok hizmeti sunar hale gelmiştir.

Bankalar için bireysel müşteriler kadar küçük ve orta ölçekli müşteriler de ön plana çıkmıştır. KOBİ’lerin kredilendirmesi kadar ihtiyaç duydukları her alanda hizmet sunacak bir yapının oluşturulmaya çalışıldığı gözlenmektedir. Bu çerçevede bankalarca müşteri verimliliği ön plana çıkarılarak firmalarla her türlü işlemlerinin kendilerince yapılmasının sağlanmasına çalışılmaktadır.

AB ülkelerinde bankalar son dönemde daha aktif ve rekabetçi bir şekilde çalışmaya gayret ederken, bunun sonucu olarak bazı riskler ön plana çıkmaya başlamıştır. Nitekim, bankalar kredilere ağırlık verirken rekabete bağlı olarak kredi marjlarını daha düşük tutmaları ve kredi kullandırım standartlarında daha esnek olmaları kredi riskinin artmasına yol açmıştır. Özellikle başta konut kredileri olmak üzere gerçek kişilere açılan krediler büyük ölçüde artmış olup, yaşanabilecek bir olumsuzluk durumunda bankaların takipteki kredilerinin artması olasılığını artırmaktadır. Nitekim son dönemde başta ABD olmak üzere tüm dünya piyasalarında yaşanan gerginliğin AB’de de tedirginlik yaratmasının temel nedenlerinden birisi bu endişedir.

Özellikle konut finansmanı niteliğinde açılan kredilerdeki artış konut fiyatlarının bir çok Avrupa ülkesinde artmasına neden olmuştur. Çoğu ülkede konut fiyatlarında görülen yapay şişkinlik düzeltme yapılmasını zorunlu hale getirirken, fiyatlarda meydana gelecek düşüş, bankaların teminat değerlerini de düşüreceğinden aktif kalitesinde bozulmalara yol açabilecektir.Çünkü özellikle son yıllarda bankalar konut kredilerinde evin değerinin tamamın ve hatta ilave maliyetleri karşılamak için (vergi, resim harç, vb.) daha fazla oranda borçlanma imkanını kredi talep edenlere sunmuşlardır. Evlerin değerlerindeki bir düşüş, kredilerin geri ödenmemesi durumunda kullandırılan krediyi evin satış değerinin karşılamaması gibi bir sonuç ortaya çıkarabilmektedir.

Bankalarda artan ürün ve hizmet çeşidi, artan müşteri sayısı ve türü, yine artan hizmet kanalları sayısı, bunlara bağlı olarak kullanılan bilgi sistemlerinin daha karmaşık hale gelmesi operasyonel riskin ön plana çıkmasına neden olmuştur. Bankalar buna personel kaynaklı operasyonel risklerini önlemeye yönelik özellikle bilgi sistemlerinin daha güvenilir yapıda ve iç denetim mekanizmalarının daha etkin olmasını sağlamaya çalışırken diğer taraftan da sigorta gibi risk azaltıcı önlemleri uygulamaya ağırlık vermektedir.

Ayrıca, banka faaliyetlerindeki çeşitlilik, değişkenliği yani volatiliteyi artırmıştır. Bankaların gelirlerini artırmak ve rekabet üstünlüğü kazanmak amacıyla ve ayrıca piyasalardaki değişkenliğin de hız kazanmasına bağlı olarak faaliyetlerinde daha çok risk alacak aktiflere ve farklı ülkelere yatırım yapmaları piyasa ve ülke risklerine de daha duyarlı olmalarını sağlamışlardır.

Sonuç olarak Avrupa Birliği’nde bankaların finans sistemi içindeki fonksiyonunun giderek farklı boyutlar kazandığı görülmektedir. AB Bankacılık mevzuatındaki gelişmeler ve diğer değişimlerin getirdiği yeni ortam bankaları zorlamakta ve yeniliklere yöneltmektedir. Bu da öncelikle bankacılık sektöründe yoğunlaşmanın ve uluslararası piyasalara açılmanın artmasına yol açmaktadır. AB bankaları bir yandan geleneksel bankacılıktaki pozisyonlarını korumaya çalışırlarken, diğer yandan da kendilerine yeni çalışma alanları oluşturma gayreti içindedirler. Ayrıca üstlendikleri riskleri azaltma ve transfer etme çalışmalarını da artırmaktadırlar. Örneğin kullandırılan krediler için, menkul kıymetleştirme ya da kredi türev enstrümanları kullanılması yoluyla kredi riskinin üçüncü kişilere transferi yapılmaktadır. Bu çerçevede dünya ekonomik konjonktüründe olumsuz durumların ortaya çıkmaması halinde bireysel bankacılığın etkinliğini koruması ve KOBİ’lere yönelik bankacılığın daha da etkinleşmesi beklenmelidir.

Sektör için en önemli gelişmelerden birini da BASEL II kapsamında getirilen yenilikler oluşturmaktadır. Bankaların faaliyetlerinde önemli disiplin unsurları getiren BASEL düzenlemelerinin başta mali yapısı yeterince güçlü olmayanlar olmak üzere tüm bankaları önümüzdeki dönemde zorlaması beklenmektedir.

AB’ye üye ülkelerin bankacılık sektörleri arasında hala önemli farklılıklar olduğu unutulmamalıdır. Fakat giderek azalan bu farklılıkların zaman içinde çok düşük düzeylere geleceği bir gerçektir. Nitekim AB bankacılık sistemi içinde bulunduğumuz dönemde daha fazla entegre olmaya başlamıştır. Bu durum da uzun dönemde finansal istikrara olumlu katkı yapmış ve yapacaktır.