BANKA KARLARINA KRİZİN ETKİLERİNİN ANALİZİ

2007 yılında ABD’de başlayan ve küresel krize dönüşerek bütün dünyayı etkisi altına alan krizin  son dönemde iyileşme gösteriyor gibi görünmekle birlikte halen boyutlarının nereye kadar uzanacağı ve ne zaman hangi boyutta sonuçlanacağı belirsizdir. Ülkemizde de 2008 yılının son çeyreğinden itibaren etkileri ciddi biçimde hissedilen krizin kısa sürede atlatılabileceğine ilişkin hiçbir gösterge de bulunmamaktadır.

Geçmişte özellikle 1994 ve 2000-2001 yıllarında  mali krizlerle bankacılık sektörü büyük ölçüde sarsılan Türkiye, bu defa bankacılık sektörünü krizden koruyabilmiş gibi bir görünüm içindedir. Herkes tarafından belirtilen nokta bu krizde etkilenen kesimin daha çok reel sektör olduğudur.

2001 sonrası Türk Bankacılık Sektörü’nün yeniden yapılandırılarak daha sağlam mali yapıya kavuşturulduğu doğrudur. Ancak sektör acaba krizden hiç etkilenmemiş midir ve bundan sonra etkilenmeyecek midir? İçinde bulunduğumuz günlerde bankaların 2009 yılı ilk üç aylık bilanço rakamlarına göre yüksek karlar elde ettikleri görülmektedir. Bu sektörün krizi yaşamadığı  ve yaşamayacağı anlamına mı gelmektedir?

Bu konuyu daha iyi irdeleyebilmek için krizin Türkiye’yi etkilemeye başladığı dönemden bugüne gelerek bağlantılar kurmak ve geleceğe geçiş yapmak en anlamlı yol olacaktır.

2008 yılının son çeyreğinde küresel kriz Ülkemizde ciddi olarak göstergelerde kendini hissettirmeye başladığında, gerçekte ilk etkileri bankacılık sektöründe olmuştur. Bu etki özellikle faizlerdeki yükselmelerden kaynaklanmıştır. Krizin etkileri başlamadan önce Ağustos 2008’de yüzde 15’lerde seyreden mevduat faiz oranları hızla yüzde 20‘nin üzerine çıkarak yüzde 22-23 seviyesini bulmuştur. Bunun bankalar üzerinde iki yönlü olumsuz etkisi olmuştur. Bunlardan ilki bankaların topladıkları mevduatın vadesinin kısa olması (ortalama 45 gün) nedeniyle maliyeti hemen yükselirken daha önce kullandırdıkları özelikle uzun vadeli bireysel kredilerdeki düşük faiz oranına bağlı olarak bu kredilerden zarar etmeye başlamalarıdır. İkinci olumsuz etkisi ise bankaların ellerinde bulundurdukları devlet tahvillerinin faiz yükselmelerine bağlı olarak değerlerinin düşmesi ve buna bağlı olarak da  bankaların zarar etmesidir.

Faiz oranlarının sektörün tümünü olumsuz etkileyen bu yükselişinin ötesinde, uluslararası bağlantılı bazı bankaların yurtdışı sahiplerinin yaşadığı zorluklara bağlı olarak sıkıntı yaşadıkları ve bir dönem mevduatların çekilmesi gibi olumsuzluk yaşadıkları da görülmüştür.

Bununla birlikte bankacılık sektörü krizin ilk etkilerini kazasız atlatabilmiştir. Bunun başlıca nedenleri ise şu şekilde sıralanabilir:

2008 yılı ilk dokuz  aylık dönemi bankacılık sektörü için karlı bir dönem olarak geçmiştir. Nitekim yılın son çeyreğinde bankaların karlarının azalması ve hatta zarar etmelerine karşın, yılı bu sayede karlı kapatabilmişlerdir. Daha önceki krizlerde bankaları en çok etkileyen konulardan biri olan açık pozisyon bu defa olmadığı için bankalar kur artışından çok etkilenmemişlerdir.

Uluslararası konjonktür, bankaları olumsuz etkileyen faiz oranlarındaki artışın tersine dönmesini sağlamıştır. ABD’de faiz oranlarının sıfıra inmesi, AB, Çin, Japonya ve diğer  ülkelerin faiz oranlarını büyük çaplı düşürmeleri, Türkiye’de de Merkez Bankası’nın bu yönlü adımlar atabilmesini sağlamıştır. Nitekim krizin Ülkemizde etkilerinin hissedilmeye başlandığı Eylül ayından hemen üç ay sonra Aralık 2008’de TCMB faiz oranlarını düşürmeye başlamış, hemen hemen her ay yapılan yüksek baz puanlı indirimler bankaları rahatlatmıştır.

2009 yılının başlaması ile birlikte bankalar krizin ilk etkilerinden kurtulmuş görünürken bu defa reel sektör üzerinde olumsuz etkiler görünmeye başlamıştır. Nitekim işsizlik oranı tarihin en yüksek seviyelerine çıkmıştır. Daha sonra detaylı değineceğimiz üzere, batık krediler artmıştır. Büyüme oranları eksiye dönmüştür. İhracat büyük oranlarda düşmektedir. Protestolu çek ve senet sayıları artmaktadır. Ancak reel sektör açısından mevcut durumun en kötü durum olduğu söylenemez. Krizin en azından içinde bulunduğumuz yıl devam edeceğini düşünürsek, reel sektörün daha da olumsuz durumlarla karşılaşması kaçınılmazdır.

Krizin üçüncü olumsuz dalgasının ise yılın ikinci yarısında tekrar bankacılık sektörü üzerinde gerçekleşeceği görülmektedir. Peki 2009’un ilk üç ayını yüksek karlarla kapatan bankacılık sektörünün krizin etkilerini tamamen atmış bu görüntüsü, tekrar olumsuza nasıl dönecektir?

Önümüzdeki dönemde bankacılık sektörünü asıl bekleyen tehlike kredi riskleri yani batacak olan kredilerdir.

Bu konuya geçmeden önce bankaların yılın ilk üç ayında kendilerinin de beklemediği ölçüde kar elde etmelerini sağlayan unsurlara kısaca değinmek faydalı olacaktır.

2008’in son döneminde bankalar krizin etkileri ile özellikle kaynaklarını yatırdıkları alanda belirgin bir değişikliğe gitmişlerdir. Daha önce belirttiğimiz üzere, yılın ilk üç çeyreğinde yoğun kredi kullandıran bankalar, son çeyrekte tamamen tersine dönerek kredi kullandırmayarak ve kaynaklarını devlet tahvillerine aktardılar. Özellikle Ekim-Kasım 2008’de portföylerine yüksek faizli (%22-23) devlet tahvilleri satın aldılar. Merkez Bankasının faizleri son 6 aylık dönemde hızlı bir şekilde %17’lerden  tek haneli rakamlara düşürmesi bankaların ellerinde bulunan DİBS’lerden yüksek oranlı kar elde etmelerini sağlamıştır.

İkinci olarak, krizin Ülkemizi ilk etkilemeye başladığı dönemde mevduat faizlerindeki yükselmeye paralel olarak bankalar kredi faiz oranlarını da % 30’un üzerine  yükseltmişlerdir. Buna karşılık son dönemde yaşanan faiz oranlarındaki düşüşü mevduat faizlerine yansıtırken, kredi faiz oranlarında indirimler daha sınırlı kalmıştır. Bu, bankaların kredi kullandırırken uyguladıkları risk primini artırmaları anlamına gelirken, karlılıklarına da bir ölçüde olumlu yansımıştır.

Bankaların karlarındaki artışta üçüncü bir etken de, bankaların uzun vadeli ve genellikle sabit faizli kullandırdıkları özellikle bireysel kredilerin, faizlerin düşmesine bağlı olarak banka karlarını artırmasıdır. Dolayısı ile 2008 son çeyreğinde faizlerin yükselmesi ile bankaları olumsuz etkileyen bu krediler, bu defa faiz düşüşlerindeki tersine gelişme sonucu banka karlarına olumlu yansımıştır.

Önümüzdeki dönemde bankaları bekleyen batık kredilerdeki artış riskine dönecek olursak, bankaların takipteki kredilerinin kullandırılan kredilere oranının krizin etkilerinin hissedilmeye başlandığı son 6 aylık dönemde sürekli arttığı görülmektedir.

 

  2007 2008 30.04.2009
Toplam Kredi 285.616 367.445 366.270
Takipteki Kredi. 10.345 14.053 17.179
Takip Kredi./Toplam Kredi 3,6 3,8 4,7

Kaynak: BDDK

Tablo incelendiğinde özellikle 2009 yıl başından itibaren 4 aylık dönem içinde takipteki kredilerin toplam kredilere oranındaki artış dikkat çekicidir. Ancak bu rakamların krizin reel sektörü etkilemeye başladığı ilk dönemler olduğu unutulmamalıdır. Reel sektörün krizi önümüzdeki dönemde daha fazla yaşayacağı ve toparlanmanın en iyimser tahminde bulunanların bile 2010 olarak belirttiğini düşünürsek, 2009’un kalan döneminde hem firmalara kullandırılan kredilerde, hem de reel sektör krizinin bireylere işsizlik olarak yansıyan olumsuz etkileri nedeniyle bireysel kredilerde bankaların çok daha yüksek takipteki kredi rakamları ile karşılaşmaları kaçınılmazdır. Bu çerçevede Haziran 2009 itibariyle sektörün takipteki kredi oranının % 6’ya  yıl sonunda da %10’a ulaşması yüksek bir olasılık olarak durmaktadır.

Takipteki kredilerin miktarsal boyutuna bakacak olursak, Nisan 2009 itibariyle toplam 367 milyar TL olan kredi toplamının bu yıl çok fazla değişmeyeceğini varsaydığımızda yıl sonunda yaklaşık 37 milyar TL olacağı düşünülmektedir. Bu durum, sektörün yine Nisan 2009 itibariyle toplam takipteki kredi stokunun yaklaşık 17 milyar TL olduğunu dikkate alırsak yıl sonuna kadar yaklaşık 20 milyar TL’lik bir yeni takip oluşacağı anlamına gelmektedir. Bir karşılaştırma yaparsak sektörün 2008 yılında toplam yaklaşık 15 milyar TL kar elde ettiği ve öngörülen takipteki kredi tutarı olan 20 milyar TL’nin bu rakamdan çok daha yüksek olduğu dikkat çekmektedir. Dolayısı ile bankacılık sektörünün ilk üç aylık kar rakamının da bundan sonra korunması mümkün görünmemektedir. Kaldı ki bugün yaşanan ve bankaların karlılıklarına olumlu yansıyan düşük faizli dönemin ne kadar süreceği de belli değildir. Ekonomideki istikrara bağlı olmayan ve sadece küresel konjonktürle bağlantılı bu durumun, yine konjonktürle bağlantılı olarak tersine dönmesi de kaçınılmazdır.

Sonuç olarak her ne kadar bankacılık sektörü küresel kriz içinde pek çok ülke bankacılık sektörüne göre iyi durumda gibi görünse bile, zorlu bir döneme girdiği ve daha zorlu koşullarda faaliyet göstereceği açıktır. 2009’un kalan döneminde dikkatleri reel sektörün üzerinde yoğunlaştırırken, bankacılık sektörünü gözden kaçırmamak ve gelişmeleri titizlikle irdelemek son derece önemlidir.