BASEL III’E DOĞRU…

Geçtiğimiz yıldan itibaren hızlı bir şekilde ve büyük bir şiddetle hemen hemen tüm dünyayı vuran kriz depreminin ardından, bugün ülkelerin kendine gelme çabalarını halen sürdürdükleri bir dönemi yaşamaktayız. Özellikle son altı aylık dönemde krizin geçmeye başladığı düşüncesi dünyada ve ülkemizde tartışılmaktadır. Konuyla ilgili kişileri ikiye ayıran bu durum bazı kesimlerce krizin bittiği ve çıkışın başladığı şeklinde yorumlanırken, bazı kesimlerce de sadece krizin ilk şokunun geçtiği ancak temel ekonomik yapılar açısından herhangi bir kalıcı iyileşmenin henüz görülmediği, uzun zamandır sürekli inişte olan piyasaların psikolojik olarak artık yükselmek isteği güdüsüyle hareket ettiği ve yaşanan küçük gelişmeleri abartarak büyük iyileşmeler sağlandığı, bu durumun da yeni tehlikeler ortaya çıkardığı şeklinde yorumlanmaktadır. Gerçekten de “hangi konuda kalıcılığını gördüğümüz iyileşme sağlandı” sorusunu kendimize sorduğumuzda henüz net bir konu söyleyemediğimiz çok açıktır.

Kriz sonrası için yapılan tahminlerde herkesin ortak paylaştığı  düşünce ise, hiçbir şeyin kriz öncesi gibi olmayacağıdır. Finansal düzen farklı bir temel üzerine oturacaktır. Bilindiği  üzere kriz öncesi finansal yapının temeli, Basel II düzenlemesi çerçevesinde getirilen kurallar üzerine inşa edilmişti. Bugün de halen bu yapının temelde korunmaya çalışıldığı görülmektedir. Bununla birlikte kriz öncesi finansal sistemin sağlamlığını sağlayacak ve reel sektörü de belli bir düzene oturtacak şeklinde düşünülen bu düzenlemenin krize yol açan bazı unsurlar açısından yetersiz kaldığı ve iyileştirmeler yapılması gerektiği çok açıktır. Gerçekte krizin dünyanın en regüle sektörlerinden biri olan bankacılık sektöründen kaynaklanması ilginçtir. Fakat finansal sektörün işlevlerini düşündüğümüzde, bunu bir ölçüde normal karşılamak gerekmektedir.

Ayrıca çok düzenleme olması tamamen kontrol altında tutulduğu anlamına gelmemektedir. Önemli olan düzenlemelerin niteliği ve eksik alan olup olmadığıdır. Bunun yanında denetim ve gözetim küreselleşmenin etkisiyle paranın dünya çapında hızlı hareket etmesi yüzünden giderek zorlaşmaktadır. Karmaşıklaşan ürünler de bu durumu içinden çıkılmaz hale getirmektedir. Bu da düzenlemelerde değişim ihtimalini güçlendirmektedir. Düzenlemelere ilişkin planlanan değişimde, denetimin daha çok olacağı bir yapının ağırlık kazandığı görülmektedir. Bununla birlikte önemli olan konu finansal sistemin finansal yaratıcılık adı altında aşırı riskler alarak ama aynı zamanda bu riskleri gizleyerek büyük kazançlar sağlamasının önüne geçmek olmalıdır.

Krizle birlikte yapılan çalışmalarda ve özellikle G-20 ülkeleri toplantılarında da küresel krize ilişkin değerlendirmeler sonucunda bazı uygulamaların yürürlüğe konulması prensibi benimsenmiştir. Finans sektörü ile ilgili prensipler şunlardır:

  •  Bankacılıkta denetim ve gözetimin daha sıkılaştırılması,
  •  Ortaklık payları ve dağıtılmamış karların kalitesinin ve şeffaflığının artırılması,
  •  Banka sermayeleri ile bilanço içi ve dışı toplam işlemler arasında sıkı bir bağ oluşturacak evrensel bir kaldıraç oranının saptanması,
  •  Bankaların gerilimli dönemlerde ihtiyaçları olan likiditeye sahip olmaları için yeni standartlar getirilmesi,
  •  Son olarak, olumsuz ekonomik konjonktürde bankaların hızla iflasın eşiğine gelmemesi için “tampon sermaye” oluşturmaları istenmektedir. Bankalar elde ettikleri karların bir bölümünü  dağıtmayarak  tampon sermaye oluşturacaklardır.

Prensip kararları denilebilecek bu uygulamaların krizin atlatıldığının netleşmesi sonrası detay bazda yapılacak çalışmalarla çerçevesinin çizilmesi beklenmektedir.

Krizin çıkış nedenleri, yaşanan gelişmeler ve uluslararası örgütlerin geleceğe yönelik çalışmaları dikkate alındığında, önümüzdeki dönemde finans sektörüne yönelik yenilikler olacağı açıktır. Basel Komite tarafından yürütülmesi beklenen çalışmaların aynı  zamanda Basel II’nin eksik olarak görülen yönlerinin tamamlanması  şeklinde olacağı düşünülmektedir. Bununla birlikte  gerçekleşmesi beklenen değişikliklerin bankaları  önemli ölçüde etkileyecek  ciddi prensip ve uygulama değişiklikleri şeklinde olması beklenmelidir.

Bu değişikliklerin en belirgin olanlarını şu şekilde özetleyebiliriz:

– Öncelikle Basel II’nin en önemli eksikliklerden biri, likidite riskini tam olarak dikkate almamış olmasıdır. Yaşanan kriz, başlangıç evresi sonrası büyük ölçüde likidite krizine dönüşmüştür ve bunun öngörülmemesi de krizin büyümesinin temel nedenidir. Bu çerçevede önümüzdeki dönemde likidite riskinin de karşılık ayrılması gereken bir risk olarak karşımıza çıkması, yani sermaye yeterliliği rasyosunda yer alan risklerden biri olması muhtemeldir.

– İkinci konu türev ürünlerle ilgilidir. Bilindiği üzere krizin yayılmasının nedenlerinden en önemlisi mortgage kredileri üzerine yapılan türev işlemlerdir. Bu alandaki düzenleme boşluğunu değerlendiren bankalar çok karmaşık türev ürünler geliştirerek müşterilerine sunmuşlardır. Aşırı kar hırsıyla düzenlenen bu ürünler düzenleme boşluğundan da yararlanarak çok büyümüş ve koşullardaki değişimleri dikkate almadığı için krizin temel etkeni olmuştur. Bu çerçevede türev işlemlere ilişkin detay düzenlemelerin Basel düzenlemesi içine ayrıntılı bir şekilde gireceği görülmektedir.

-Diğer bir konu bireysel kredilere ilişkindir. Krizden çıkarılan derslerden biri de bireysel kredilerin göründüğü kadar masum olmadığıdır. Krizin çıkış nedeni temelde bireysel kredilerdir. Buna karşılık bireysel krediler Basel II’de ikincil öneme sahiptir. Öyle ki, bankalar bireysel kredilerini (mortgage kredileri) sermaye yeterliliği hesaplamasında prensip olarak % 35 oranında dikkate almaktadır. Bu durum bankaların bu kredileri için ayıracakları sermayelerini Basel I’in bile gerisine götürmektedir. Bu nedenle bireysel kredilerin Basel II içinde tekrar ele alınarak yeni bir yöntem geliştirilmesi beklenmelidir. Burada ticari krediler için rating sistemi benimsendiği düşünüldüğünde, bireysel krediler için de scoring sisteminin devreye girmesi büyük bir olasılıktır.

– Bir başka konu ise operasyonel risklerdir. Başka bir bakış açısı ile baktığımızda krizin temelinde aşırı hırslara bağlı alınan yanlış kararlar ve değişen koşullara uyumu düşünülmeden başlatılan yeni uygulamalar, yani insan hataları yada bilinçli yapılan yanlış uygulamalar bulunmaktadır. Basel II düzenlemesinde ise operasyonel riskler için riske esas tutar hesaplamasında ileri ölçüm yöntemleri dışındakiler, gelir gidere dayalı yöntemler olup bankaların gerçek operasyonel riskliliğini yansıtmamaktadır. Bu nedenle operasyonel riskler için yeni yöntemler geliştirilmesi beklenilmelidir.

– Piyasa riski yeni dönemin ele alınacak bir başka riski gibi görünmektedir. Bütün riskler içinde VAR (riske maruz değer) modellemesinin yapıldığı ilk risk olan ve bankaların önemli paralar yatırarak programlar satın aldıkları piyasa riski modellerinin, piyasaların stres testi diyebileceğimiz son krizde ihtiyaçları yeterince karşılamadığı  görülmüştür. Bu nedenle piyasa riski ölçüm modellemesinde yeniliklerin olacağı görülmektedir

– Bilindiği  üzere krizin başlangıcı konut kredilerindeki geri dönüş sorunlarına bağlı olarak başlamış ve ardından likidite riski ön plana çıkmıştır. Dolayısı ile riskler arasında ciddi bir etkileşim gerçekleşmiştir. Basel II’de bu konuda da herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır. Önümüzdeki dönemde riskler arasındaki korelasyonun ölçümüne yönelik çalışmaların yapılması  ve bu konuya ilişkin yeniliklerin getirilmesini de bekleyebiliriz.

– Diğer bir konu sistemik riskin öneminin bu krizle birlikte bir kez daha görülmüş olmasıdır. ABD’de başlayan kriz bir süre sonra bütün dünyayı  etkiler hale gelmiştir. G20 toplantılarında da ele alınan bu konuya ilişkin belirli önlemlerin getirileceği de kuşkusuzdur. Bu çerçevede sistemik risk senaryoları üzerinde çalışmalar yapılması ve bunların sermaye yeterlilik rasyosu ile bağının kurulması düşünülebilecektir.

Sonuç  olarak önümüzdeki dönemde risk yönetimi konusu yeniden şekillenirken, öneminin daha da artacağı kuşkusuzdur. Bunun yanında Basel II uygulamasının yeni bir şekil kazanması da gerçekleşecektir. Bu çerçevede Basel II dökümanının 3 ana bölümü açısından bakarsak;

– Birinci bölüm olan sermaye yeterliliği hesaplamasında yukarıda belirtilenler çerçevesinde önemli değişimler olacaktır.

– İkinci bölümdeki kamu otoritesinin gözden geçirmesi konusunda çok daha sıkı kurallar ve denetimlere hazırlıklı olunmalıdır.

– Üçüncü bölüm olan şeffaflığın çok daha artacağı beklenmelidir.

Bu değişimler bankaları zorlayacak, bankacılık yapmak ve banka sahibi olmak daha da zorlaşacaktır. Ancak çok fazla denetlenen, aşırı kurallara bağlı bir finans sisteminin, kaynakların aktarılmasında aracılık fonksiyonunu yerine getirmedeki etkinliğini ve yaratıcılığını sınırlandırma gibi bir sonuçla da  karşılaşma olasılığı yüksektir.