DÜNYA BANKACILIĞININ YENİ ROTA ARAYIŞI

Son yıllarda tüm dünyayı etkisi altına alan ve geçti denildiği anlarda farklı yerlerde farklı şekillerde kendini tekrar gösteren küresel krizin çok kısa olarak çıkışını hatırlayacak olursak, temelde ABD konut kredileri sisteminde yaşanan olumsuzluklara bağlı ortaya çıkan krizin başlangıcının ardından, faiz yükselmesi nedeniyle mortgage kredisi kullanan müşteriler borçlarını ödeyemez duruma gelmiştir. Bankalar borçlarını ödeyemeyen müşterilerinin evlerine el koymuş ve bu  konutları satmak istediklerinde alıcı bulamamışlardır. Alıcı bulduğunda ise satış tutarı kredi borçlarını karşılayamamıştır. Bunun sonucunda bankalar ipotekli borç senetlerini ödeyememişlerdir. Bankalar ellerindeki konutları satmak için ipotekli borç senedi ihraç ettiklerinde alıcılar ödeme yapamadığı için de, yatırımcılar yeni ipotekli borç senetlerini almamışlar ve sistem tıkanmıştır. ABD Merkez Bankası (FED) bankalara likidite sağlayarak ipotekli borç senetlerinin ödenmesini sağlamaya çalışmıştır. Ancak bu çaba, sorunun çözümü için yeterli olmamıştır. ABD’de başlayan kriz daha sonra uluslararası piyasalara yayılmış ve büyümüştür.

2007’de başlayan ve 2008 ortalarından itibaren küresel hale gelen krizin atlatılmasına yönelik olarak hemen her ülkede 2008 ve 2009 yıllarında pek çok önlem alınmıştır. Bugün ise kriz sonrası dönemde neler yapılması gerektiğine yönelik çalışmalar yapılmaya başlanmış durumda ve ortaya öneriler atılmaktadır. En son ülkemizde de hükümet yetkilileri tarafından bankacılık sektörüne yönelik bazı önlemler dile getirilmiştir. Ancak biz bu ayki yazımızda sadece dış dünyadaki konuyla ilgili önlemlere değinecek ve ülkemizdeki konuyla ilgili gelişmeleri gelecek sayıda değerlendireceğiz.

Öncelikle ABD’deki gelişmelere baktığımızda bankaların önümüzdeki dönemde bankacılık yaparken daha sıkı düzenlemeler altında olacaklarını söyleyebiliriz. Bu konudaki mesajları Obama bizzat kendisi vermektedir. 2010 yılında Obama, bankaların kar payı dağıtmamaları gerektiğini, batmaktan vergi mükelleflerinin parasıyla kurtarılan bankaların gereksiz riskler almamalarını, bankaların geçmişte bunu yapmalarına izin veren yasal boşlukların doldurulacağını söylemektedir. Bu çerçevede ABD’de  planlanan önlemlerden başlıcalarını şöyle özetleyebiliriz:

  •  Bankaların aşırı büyümesine, örneğin bir başka bankayı satın almasına izin verilmeyecek.
  •  Bir bankanın tutabileceği sigortalı mevduat oranına % 10’luk limit getirilecek.
  •  Ayrıca mevduat kabul eden bankalar, hedge fon ya da özel sermaye fonu işlemi yapamayacak. Bu çerçevede bazı bankaların bölünmesi, yani yatırım ve normal bankacılık işlevlerinin birbirinden ayrılması gündeme gelebilecek.
  •  Bankalar “proprietary trade” olarak bilinen ve riskli görülen özel işlemleri de gerçekleştiremeyecek. Bu tür işlemlerde bankalar, piyasalarda, örneğin petrolde yakın gelecekte oluşabilecek fiyat değişimlerini tahmin etmeye çalışarak yüksek riskler alıyorlardı.
  •  Bu önlemlerden en çok dikkat çekeni bankaların büyümelerini önleyecek düzenlemelerdir. Finans kuruluşlarının batmasına izin verilmeyecek kadar büyümelerine izin verilmemesi olarak tanımlanan bu strateji Obama formülü olarak da anılmaktadır.

Formülün özünde aşırı büyümenin önlenmesi bulunmaktadır. ABD kriz sürecinde aşırı büyüyen bankalara önlem almak için bu formülü gündeme getirmiştir. Bankaların hareket alanını kısıtlayan bu tip bir parçalama, gerçekte dünyadaki eğilimlere ters bir trend sergilemektedir. 21. yüzyılla birlikte büyük gelişme kaydeden bankacılık  sektöründe hareket alanını kısıtlayacak  regülasyonlara gidilirse, bu bankacılık sektörünün 20. yüzyıldaki daha kısıtlı bankacılığın yapıldığı dönemlere dönmesine neden olabilecektir.

Krizde bankacılık sektörü en çok etkilenen ülkelerden biri olan İngiltere de, bankacılık sektörüne yönelik önlemler alma yönünde girişimler başlamış bulunmaktadır. İngiltere’de gündemde olan düzenlemelerin genel çerçevesi ise şu şekilde görülmektedir.

  •  Bankaların zorunlu karşılıklarının artırılması,
  •  Hedge fonların daha sıkı denetlenmesi,
  •  FSA’nın önceki “hafif” denetim geleneğinden vazgeçerek, daha katı bir tavır alması,
  •  Bankaların ekonominin hızlı büyüdüğü yıllarda kredi vermede fazla açılmalarını engelleyecek ve alacakları aşırı riskleri sınırlayacak adımlar atılması,
  •  Diğer denetleme kurumlarının izleyeceği standartları oluşturacak yeni ve Avrupa çapında bir organ kurulması.

FSA; son yıllarda sıkı yeni kurallar aracılığıyla  likidite riskini kontrol altında tutacak adımlar atan ilk büyük düzenleyici olmuştur. Bu düzenlemeye göre bankalar, yapı kooperatifleri ve yatırım şirketleri likidite pozisyonunun izlenmesine yönelik sıkı kontrolleri uygulamak zorundadır. Daha da çarpıcı olanı ise, kurumları gelişmiş likidite varlığı tamponları kurmaya ve sürdürmeye zorunlu kılan kurallardır. Yine fonlama açısından tüm bankaların kendi kendilerine yeterli olmaları talep edilmektedir. Ayrıca şirketlerin büyük bir çoğunluğunu FSA’ya günlük, haftalık ve aylık bazda iletmek durumunda bırakan bir dizi detaylı raporun hazırlanması zorunluluğu bulunmaktadır.

FSA’nın koyduğu sıkı yeni kuralların, operasyonel ve teknolojik anlamda azımsanmayacak yenilikler gerektirdiği söylenebilir. Bu yeniliklerin IT harcamalarının bile tek başına 3.9 milyar doları aşması beklenmektedir. Bir bankanın IT yöneticisinin söylediğine göre bu çok yüklü faturanın sadece tek bu kalemi bile, küçük bankaların sonunu getirebilecektir.

FSA Başkanı Adair Turner ise, asıl sorunun gereğinden fazla şişmiş ve ekonomide dengesizliklere sebep olan finansal sektörün küçültülmesi olduğunu, bunu yapabilmek için sert tedbirlere başvurmak gerekebileceğini söylemektedir

Peki, Dünya Bankacılığında Bugünden Sonra Neleri Bekleyebiliriz?

En son durumda banka bilançolarında önemli zararlar bulunmaktadır. Bankacılık sistemi itibarını yitirmiş, güvenilirliğini kaybetmiştir. Sisteminin itibarını yeniden kazanması için:

  •  Yeni bir yönetim vizyonuna,
  •  Denetim ve raporlama standartlarına,
  •  Kurumsal yönetim ilkelerine ve
  •  Etik kurallara ihtiyaç bulunmaktadır.

Yeni dönemde bankalar halktan topladıkları paraları daha sorumlu bir şekilde kullanacaklardır. Değişimin finansmanı için değişecek bankacılık vizyonu içinde yer alacak önemli kavramlar olarak “sürdürülebilir bankacılık”, “sorumlu yatırım alanları”, “şeffaflık”, “toplumsal sorumluluk”, “hesap verilebilirlik”, “raporlama”, “denetim ve gözetim standartları” ön plana çıkacaktır.

Bankaların büyüme ve karlılıkları düşecek, kredi portföyü fazla büyümezken, kredi kayıpları artacaktır. Konsolidasyonda yurt dışı satın almalar azalırken, yurt içinde yeniden yapılanmaların artması beklenmelidir. Bankaların dikkatleri iç piyasalara daha fazla yoğunlaşırken özellikle Avrupa bankalarının uluslararasılaşması yavaşlayacaktır.

Özellikle yeni ağır düzenlemeler nedeniyle bankalar daha çok yerel düzeyde faaliyette bulunacak ve finans piyasalarında globalleşme tersi hareketler ağırlık kazanabilecektir.

Kamu bankacılığının artma eğilimi, kamu kaynaklarının büyük ölçüde kamu bankaları tarafından kullanılması gibi olumsuz bazı durumlar yaratabilecektir.

Karmaşık ürünlerin onay süreçleri ağırlaşacak ve bu ürünler için daha çok sermaye bulundurulması gerekecektir.

Sermaye önem kazanacak, Basel II  daha yüksek sermaye gereksinimi doğuracak şekilde revize edilecektir. Aynı zamanda sermayenin hesaplanma şeklinde değişiklikler olması yüksek olasılıktır.

Orta ölçekli bankalar kendini değişim konusunda baskı altında hissedecek, bu bankalar büyük ölçekli bankalarla rekabette daha da zor durumda kalacak, banka büyüklüklerine yönelik kesin sınırlamalar getirilmediği taktirde, en fazla birleşme ve satın alma bu grupta görülecektir.

Sonuç olarak dünya krizle birlikte mevcut rotasından büyük ölçüde çıkmış olup, yeni bir rota oluşturulmaya çalışılmaktadır.

“Ancak oluşturulan bu rotanın eski rota olmayacağı şimdiden ifade edilebilir.”