KRİZ TÜRK BANKALARINI BEKLEMEDİĞİ ŞEKİLDE ETKİLEDİ…

2007 Yılında ABD’de ilk hareketliliği görülen ve 2008 yılında giderek şiddeti artan finansal kriz, küreselleşmenin çarpan etkilerinin neler olabileceği konusunda her gün piyasalara ve piyasa oyuncularına yeni şeyler göstermekte.

Nitekim, Türk Bankacılık Sektörü’nün mali bünyesinin sağlamlığı ve bu krizden minimum düzeyde etkileneceği şeklindeki yorumları tekrar gözden geçirmekte yarar var.

Kriz tecrübesi fazla olan bir ülke olmakla birlikte, Türk Bankacılık Sektörü her yaşanan krizle birlikte çok yeni durumlarla karşılaşmakta.

Bazen önceden öngörülmeyen bu durumlar bir anda banka bilançolarını alt üst edebilmekte.

Türk Bankacılık Sektörünün bilançosuna baktığımızda yabancı para cinsinden devlet borçlanma senetlerinin Haziran 2008 sonu itibariyle toplam tutarının yaklaşık 38 milyar TL seviyesinde olduğu görülmektedir.

  06.2008

(Bakiye Milyon TL)

Pay %
Alım Satım Amaçlı Finansal Varlıklar Devlet Borçlanma Senetleri 3.326  
Satılmaya Hazır Finansal Varlıklar  Devlet Borçlanma Senetleri(Net) 27.321  
Vadeye Kadar Elde Tutulacak Devlet Borçlanma Senetleri(Net) 7.114  
Toplam Menkul Değerler 37.761  
     
Piyasa Değerine Göre Değerleme Yapılan Menkul Değerler Cüzdanı 30.647 81
Etkin Faiz Oranına Göre Değerleme Yapılan Menkul Değerler Cüzdanı 7.114 19
     
Özkaynaklar 74.056 41

Bu büyüklüğün bir kısmı uzun vadeli elde tutmak amacıyla edinilmiş olup, bilançoda da Vadeye Kadar Elde Tutulacak Devlet Borçlanma Senetleri başlığı altında gösterilmektedir. Bu bölümde yer alan menkul kıymetlerin değerlemesi, yapılan düzenleme çerçevesinde etkin faiz oranı yöntemi ile gerçekleştirilmektedir. Yani, bilanço dönemi geldiğinde bu menkul kıymetin bilançoda gösterilecek değeri, gelecekteki varsa kupon faizleri ile nominal değerinin vadeye kalan gün sayısı dikkate alınarak, menkul kıymetin ihraç edildiği tarihteki faiz oranı üzerinden iskonto edilmesi suretiyle bulunmakta ve bu rakam bilançoya alınmakta, ilk ihraç tarihi ile bilanço günündeki değeri arasındaki fark ise sonuç hesaplarına yansıtılmaktadır.

Bu durumdaki menkul kıymetlerin değerlemesinde daima bir faiz geliri rakamı ortaya çıkmaktadır.

Menkul kıymetlerden alım satım amaçlı olanlar ile satılmaya hazır olanların bilanço günündeki değerlemesi ve bilançoda gösterilecek değerinin belirlenmesi piyasa faiz oranı ile gerçekleştirilmektedir.

Bu durumda, bilanço tarihi itibariyle piyasa faiz oranlarında yükselme olması durumunda, bu gruptaki menkul kıymetlerin bilançoda gösterilecek değeri düşmektedir. Menkul kıymetin ihraç tarihindeki değerinin, bilançoda gösterilen değerden daha yüksek olması durumunda, aktifteki azalmanın karşılığı pasifte özkaynakların da azalmasını gündeme getirmektedir.

Konumuzla bağlantılı olan bir diğer husus ise sermaye yeterliliği rasyosu ile YP Net Genel Pozisyonu Rasyoları’dır. Sermaye Yeterliliği Rasyosu çok genel bir ifade ile; piyasa riski, kredi riski , operasyonel riskin toplamlarının özkaynaklara oranlanması ile bulunmakta ve sonucun % 12’nin üzerinde olması beklenmektedir. YP Net Genel Pozisyonu Rasyosu ise YP Varlıklar ile Yükümlülükler arasındaki farkın özkaynaklara oranlanması ile bulunmakta ve sonucun +,- %20’yi geçmemesi istenilmektedir.

Bu durumda bankalar açısından üstlenilen riskler ya da bulundurulan YP net pozisyon kadar, özkaynak büyüklüğünün ayrı bir önemi vardır.

Son dönemde yaşanan gelişmelerin, bankaların yukarıda anlatılanlar çerçevesinde bilançolarında ciddi etkilerde bulunduğunu tahmin etmek zor değildir.

Bilindiği üzere son dönemde yaşanan krizin Ekim ayı içinde Türkiye’ye yansımalarının ciddi olarak hissedilmesiyle, Hazine tarafından çıkarılmış olan ve banka bilançolarında bulundurulan YP borçlanma senetlerinin (Eurobond) yurtdışı piyasalarda faiz yükselmesi ile birlikte değerlerinde önemli düşüşler meydana gelmiştir. Bunun sonucunun banka bilançolarına yansıması özkaynak azalmasına yol açmıştır.

Çünkü, bilanço tarihi itibariyle Alım Satım Amaçlı Devlet Borçlanma Senetleri ile Satılmaya Hazır Devlet Borçlanma Senetlerinin piyasa faiz oranı ile değerlemesi sonucu bulunan rakam ile elde ediliş tutarı arasındaki farkın negatif olması durumunda fark, aktifte ilgili menkul kıymetin değerini azaltırken, pasifte özkaynaklar altında yer alan Menkul Değerler Değerleme Farkları kalemi ile negatif tutar olarak gösterilerek özkaynakların azalmasına yol açmıştır.

Bir taraftan özkaynaklar açısından güçlü olarak ifade edilen Türk Bankacılık Sektörünün mali bünyesi olumsuz etkilenirken, aynı zamanda özkaynaklar ile çok yakından ilgili iki rasyonun da gerçek anlamda olumsuz yönde etkilenmesi kaçınılmaz hale gelmiştir.

Geçtiğimiz günlerde bazı önemli düzenlemeler yapıldığını görmekteyiz. Bu düzenlemelerden biri Türkiye Muhasebe Standartları Kurulu tarafından yapılan ve 31.10.2008 tarihinde resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren “Finansal Araçlar: Muhasebeleştirme ve Ölçmeye İlişkin Türkiye Muhasebe Standardı (TMS 39) Hakkında  Tebliğde Değişiklik Yapılmasına İlişkin 105 Sıra No’lu Tebliğ olup, aşağıda yer alan:

“Kredi ve alacaklar tanımı kapsamında bulunan ve satılmaya hazır olarak düşünülmemiş olsa dahi bu grupta sınıflandırılan bir finansal varlık, işletmenin ilgili finansal varlığı vadesine ya da öngörülebilir bir tarihe kadar elde tutma niyet ve imkânının bulunması durumunda, satılmaya hazır finansal varlık grubundan kredi ve alacaklar grubuna dahil edilmek suretiyle yeniden sınıflandırılabilir.”

şeklindeki düzenleme ile bankalara özet olarak, piyasa değerinden değerlemesi gereken bir varlığı sınıf değiştirme olanağı tanıyarak, etkin faiz oranı ile (ihraç tarihindeki faiz oranı ile) değerleme olanağı getirilmiştir.

Bunun nedeni ise, daha önceki düzenlemede, bankaların menkul kıymetlerin muhasebeleştirilmesine ilişkin yapılan düzenlemelere göre 3 gruptan birinde yer alması gereken finansal varlıkların ilk muhasebeleştirilmesinden sonra, bankanın finansal varlığı istediği gibi bir gruptan diğer gruba geçirmesinin mümkün olmaması idi.

Aynı düzenlemenin yürürlük bölümünde ise:

“Bu Tebliğ 1/7/2008 tarihinden itibaren uygulanmak üzere, yayımlandığı tarihte yürürlüğe girer.”

ifadesine yer verilerek, bu değişiklik olanağının Temmuz ayından itibaren tanınarak, böylece üç aylık dönem sonu olan Eylül bilançosunun düzeltilmesinin amaçlandığı görülmektedir. Bunun sonucunda sıkıntısı olan bankaların Alım Satım Amaçlı Devlet Borçlanma Senetleri ile Satılmaya Hazır Devlet Borçlanma Senetlerinin en azından bir bölümünü, Vadeye Kadar Elde Tutulacak Devlet Borçlanma Senetleri grubuna geçirmeleri beklenmektedir. Böylece özkaynak azaltıcı değerleme etkisinin ortadan kaldırılarak, özkaynak azalmasının önüne geçebilecekler, aynı zamanda Sermaye Yeterliliği Rasyosu ile YP Net Gelen Pozisyonu Rasyolarındaki kötüye gidişin de önüne geçebilmeleri mümkün olabilecektir.

Bu noktada şu soruya yanıt vermek ayrı bir önem taşımaktadır.

Yukarıdaki değişikliğin yapılmasının bilançoya gözden kaçan önemli etkileri olabilir mi?

Ya da bu düzenlemenin bir tarafı düzeltirken, başka bir tarafı bozan bir etkisi olacak mıdır?

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu tarafından 1 Kasım 2006 tarihinde resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren ve 9/6/2007 ile 5/4/2008 tarihlerinde yapılan değişiklikler ile de son şekli verilen: ‘Bankaların Likidite Yeterliliğinin Ölçülmesine ve Değerlendirilmesine İlişkin Yönetmelik’ bu konuyu düzenlemiş olup, yabancı para likidite yeterlilik oranını şöyle tanımlamaktadır:

Vade dilimleri itibarıyla yabancı para cinsinden varlıkların, yabancı para cinsinden yükümlülüklere oranını ifade etmektedir.

YP Likidite oranı hesaplamasında:

– Alım Satım Amaçlı Devlet Borçlanma Senetleri

– Satılmaya Hazır Devlet Borçlanma Senetleri ile

– Vadeye Kadar Elde Tutulacak Devlet Borçlanma Senetlerinden bilanço tarihi itibariyle vadesine 31 gün veya daha az kalmış olanlar

likit değer hesaplamasında stok değerin % 95’i oranında hesaba katılmaktadır.

Vadeye Kadar Elde Tutulacak Devlet Borçlanma Senetlerinden bilanço tarihi itibariyle vadesine 31 günden daha fazla kalmış olanlar ise likit değer hesaplamasında stok değerin % 65’i oranında hesaba katılmakta idi. Bu durumda yukarıda tanınan değişikliğin fiiline yapılması ile bankaların likidite rasyolarında bir gerileme olacağı görülmekte idi.

Ancak, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu bu değişikliği yapan bankaların likidite rasyolarının olumsuz etkilenmesinin önlenmesini amaçlayarak, konuya ilişkin 31.10.2008 tarihinde 2867 sayılı bir tebliğ çıkarmıştır. Tebliğde:

“-Bankalarca gerçeğe uygun değer farkı kâr veya zarara yansıtılan veya satılmaya hazır finansal varlık olarak sınıflandırılan finansal varlıkların vadeye kadar elde tutulacak menkul değerler içerisinde yeniden sınıflandırılması halinde, “Bankaların Likidite Yeterliliğinin Ölçülmesine ve Değerlendirilmesine İlişkin Yönetmelik” uygulamasında Kuruma raporlanan eski sınıflandırmalarına karşılık gelen oranlarda dikkate alınmaya devam edilmesine karar verilmiştir”

Bu düzenleme ile bankaların rakamsal hesaplama olarak likidite rasyolarında değişiklik olmamakla birlikte, gerçekte, vadeye kadar elde tutulacak devlet borçlanma senetlerinin vadelerinin uzun olması ve vadesinden önce likit olamayacağı dikkate alındığında gerçekte likidite açısından bankaları zorlayacağı bir gerçektir. Böylece, vadeleri 20-30 yıl arasında olan bu menkul kıymetlerin Vadeye Kadar Elde Tutulacak Değerler bölümüne alınması ile bankaların bu bölüme alınan tutar kadar bilançoda hareket yeteneğini kaybedeceğidir.

Bankaların hareket alanını daraltan ve mali bünyelerini olumsuz olarak etkileyecek bir diğer durum ise faiz oranı riskinde bir artış olacağıdır.

Çünkü, bankaların değerlemedeki olumsuz etkiyi gidermek amacıyla ilgili menkul kıymeti bilançoda Vadeye Kadar Elde Tutulacak Değerler bölümüne aldığı andan itibaren, ilgili menkul kıymeti vadesine kadar elden çıkartamayacağı için ve aynı zamanda bilanço pasifinde vadeler çok kısa olduğu için fonlama maliyetindeki artışlardan doğrudan etkilenmesi, bir diğer ifadeyle faiz riskine maruz kalması kaçınılmazdır.

Sonuç olarak, yapılan düzenlemeler bankaları bir açıdan rahatlatırken, başka birkaç açıdan zora sokmaktadır. Dolayısı ile bankaların başka sıkıntılarının doğması kaçınılmaz olup, bankacılık sektörü göründüğü ve söylendiği kadar rahat değildir. Önümüzdeki dönemde kredi risklerinde artış olacağı olasılığı düşünüldüğünde, bu sıkıntıların daha da artacağı ifade edilebilir.