TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜNDE ARAYIŞLAR (I)

Geçen ayki yazımızda hatırlanacağı üzere dünya bankacılığını etkileyen koşullar ile uygulanmak istenen yeni uygulamalardan sözetmiş ve dünyada yeni bir rota arayışı olduğunu ve henüz bu rotanın tam olarak belirlenemediğini anlatmıştık. Bu ayki yazımızda da Türkiye’deki durumun ne olduğunu hep birlikte incelemeye çalışacağız.

Öncelikle söylenilmesi gereken  Türkiye’nin de dünyanın bir parçası olarak uluslararası alandaki gelişmeleri takip ettiği ve gelecekteki olası gelişmelere uyum sağlayıcı önlemler almasının zorunlu olmasıdır. Bugün genel olarak söylenen Türk bankacılık sektörünün krizde dünya bankacılığından ayrışarak fazla etkilenmediği mali yapılarının bozulmadığıdır. Gerçekten de baktığımızda bankalarımız 2009 yılında yüksek kar rakamları elde etmişler ve zorda kalan hiçbir bankamız olmamıştır. Peki Türk bankaları bunu nasıl sağlamıştır? 2009 yılında bilindiği üzere bankalar mümkün olduğunca kredi kullandırmaktan kaçınmaya çalışırken karlılıklarını nasıl artırmışlar mali bünyelerini nasıl güçlendirebilmişlerdir?

Gerçekte bankalarımız bunu sağlamak için çok fazla enerji de harcamamışlardır. Birincisi  bankalarımız yerel ve sığ bir piyasada faaliyet göstermenin avantajını kullanmışlardır. Yurt dışına fazla açık olmayan, ürünleri göreli olarak kısıtlı bir piyasa bankalarımızın global piyasalarda yaşananlardan etkilenmesini engellemiştir. Ancak bu durum ilk anda olumlu bir görünüm sergilese de bankalarımızın daha dar bir çerçevede faaliyet göstermelerinin açığa çıkması nedeniyle üzücüdür. Yani ulusal bankalarımız yansıtmaya çalışıldığı gibi bankacılığın her yönünü uygulayan birer uluslararası oyuncu değil sadece Türkiye piyasasında etkin olabilen uluslararası bankacılık uygulamalarının çoğunun kullanılmadığı kurumlar durumundadır.

Bununla birlikte özellikle 2009 yılından itibaren bankalarımızın klasik bankacılık piyasalarındaki olumsuzluklara bağlı olarak yeni uygulamalara gitme eğiliminde oldukları görülmektedir. Bunların başında da türev ürünler gelmektedir. Türkiye’de bugüne kadar türev ürünler genelde özel bankacılık müşterilerine, yani yüksek gelir seviyesindeki yatırımcılara hitap ediyordu. Ancak geçtiğimiz yıl başlayan eğilim çerçevesinde bu ürünlerin tabana yayılmaya başladığı görülmektedir. Çok daha az parası olan yatırımcılar bile bu tür türev işlemleri içeren ürünleri rahatlıkla alıp satabilmeye başlamıştır.

Bu ürünlerin kullanılmaya başlanmasının bir nedeni de yatırım yapmanın eskiye oranla daha zor bir olay haline gelmesidir. Çünkü paradan para kazanmak zorlaşmış olup eskiye oranla daha fazla profesyonellik istemektedir. Klasik yatırım araçlarının getirisi artık yatırımcıları tatmin etmemektedir. Müşteriler tatmin etmeyen düzeyler yerine daha fazla kazanmak isterken bir yandan da anaparasını kaybetmekten korkmaktadır. Bu durumlara yönelik bankalar son dönemlerde yeni anapara korumalı fon veya mevduat ürünleri geliştirmişlerdir. Anapara korumalı mevduat hesabı ile müşteri borsaya yatırım yaparak kazancının artmasını sağlarken, endeksdeki düşüşlerden de zarar görmemektedir.

 

Yüksek getiri arayışlarının ortaya çıkardığı yeni türev enstrümanlardan biri tünel(koridor) mevduattır. Tünel mevduat belirli vade içinde kurun veya paritenin belirlenen sınırlar dahilinde işlem gördüğü gün sayısı için yatırımcının getiriyi opsiyon primi cinsinden elde ettiği, yapılandırılmış bir mevduat ürünüdür. Kur veya paritenin söz konusu alt ve üst limitlerin dışına çıktığı günler için ise, yatırımcının mevduatına opsiyon primi işletilmemektedir. Bu üründe kur veya paritede alt ve üst sınırlar yatırımcı tarafından belirlenmektedir.Daha çok yüksek tutarlı mevduat için uygulanmaktadır.

Bir diğer ürün riskli tünel mevduattır. Tüm vade boyunca kurun veya paritenin belirlenen sınırlar dahilinde işlem görmesi durumunda yatırımcının getiriyi opsiyon primi cinsinden elde ettiği yapılandırılmış bir mevduat ürünüdür.  Tünel mevduattan küçük gibi görünse de önemli bir farkı vardır. Kur veya parite vade içinde herhangi bir gün, söz konusu alt ve üst limitler dışına çıkması durumunda, vade sonuna kadar kur veya parite tekrar alt ve üst limitler dahilinde işlem görse dahi, yatırımcı opsiyon primi alma hakkını tamamen kaybetmektedir.Bu enstrümanda da, kur veya paritede alt ve üst sınırlar yatırımcı tarafından belirlenmektedir.

Diğer bir ürün kur riskini dilimleyen mevduattır. Bu enstrüman, kur veya paritede üç alt ve üç üst sınırın yatırımcı tarafından belirlendiği, her kademenin aşılmasına bağlı olarak yatırımcının alacağı opsiyon priminin değişkenlik gösterdiği yapılandırılmış bir mevduat ürünüdür. Riskli Tünel Mevduata benzer bir ürün olmakla birlikte, birden fazla aralık belirlendiği için risk daha düşüktür.

Mevduat gibi korumalı diğer bir ürün de Korumalı Fonlardır. Bilindiği üzere 2010’da faizde önemli değişiklik beklenmemektedir. Bu da sabit getirili ürünlerin cazibesini düşürmektedir. Diğer yandan emtia ve hisse senedi piyasalarında beklentiler canlılığını korumaktadır. Bu nedenle hisse ve emtialara endeksli anapara garantili ve koruma amaçlı fonların talep göreceği beklentisi bulunmaktadır. Bu çerçevede anapara garantili fon ve türev ürünler çıkaran bankalar, altın, tarım, petrol gibi çoğu Türkiye’de işlem görmeyen emtialara yönelerek alternatif yatırım aracı oluşturmaya çalışmaktadır. Bu ürünler ile Türk yatırımcısı artık uluslararası piyasalarda işlem gören tarım, petrol, değerli metal gibi ürünlere ulaşma şansına kavuşmuştur.

Bankaların önem verdiği bir diğer uygulama altın hesabıdır.Yatırımcılara, işçilik kaybı olmadan, üstelik hiçbir komisyon veya masraf ödemeden gerek şubeler gerekse internet üzerinden günün her saati 1 gram ve üzerinde kolayca altın alıp satabilme imkanı getiren bu uygulama bankalarca yoğun olarak uygulanmaya başlamıştır. Fiyatlar İstanbul Altın Borsası’na bağlı olarak değişmektedir. Bu hesapta en az 1 gram altın almak gerekmektedir. Hesabın herhangi bir vadesi ya da açılış limiti bulunmamaktadır.

Diğer bir ürün DCD’ dir. DCD bankanın müşteriden satın aldığı ve karşılığında prim ödediği bir opsiyon işlemi ile onun teminatına alınan mevduat işleminin toplamına verilen isimdir. Yani müşteri herhangi bir para biriminden oluşan mevduatına daha yüksek getiri sağlamak için mevduatına bağlı bir de opsiyon satar. Müşteri bu opsiyonu bankaya satarken, işlemi yapıp yapmama hakkını bankaya vermiş olmaktadır. Yatırımcılar kur riski alarak yüksek getiri elde edebilirken, vade sonunda döviz kuru ,beklentinin aksi yönünde gerçekleşirse anapara kaybı oluşmaktadır.

 

DCD uygulamaya başlanan yeni ürünler içinde en risklisi gibi görünmektedir. İleride sorunlar yaşanmaması için bankaların müşterilerine bu işin risklerini anlatmaları gerekmektedir. Bu ürün, riskleri nedeniyle Avrupa’da da ciddi sorunlara yol açmış ve piyasayı düzenleyen kurumların yatırımcılara riski anlatmalarını sağlamaları için yeni düzenlemeler yapılmıştır. Türkiye’de bu çeşit türev ürünlerin ilki sayılabilecek olan DCD sorunlu ürünlerin de ilki olmaya adaydır. Bankalar ve düzenleyici kuruluşların, yaygınlaşma eğilimi gösteren bu konuda dikkatli olmaları gerekir. Nitekim geçtiğimiz günlerde BDDK tarafından bu ürünün risklerine dikkat çekilerek yatırım yapan müşterilerin anaparalarını kaybedebileceği yönünde uyarı yapılmıştır.

Bankaların bu yeni ürünlerinin yanında on dönemde bankacılık sektörüne yönelik bazı yeni düzenlemeye yönelik uygulamalardan da sözedilmektedir. Bunlardan biri geçtiğimiz ayki yazımızda belirtilmiş olan Obama formülüdür. Obama formülü hatırlanacağı üzere bankaların belirli bir büyüklüğü geçmesini önleyici önlemler üzerinde durmaktadır. Ülkemizde de bu yönlü önlemler alınabileceği ve bankaların sahip olabileceği mevduat sektör payının % 10 ile sınırlandırılabileceği yetkili organlarca dile getirilmiştir. Konuya ilişkin Türk bankacılık sektörünü değerlendirecek olursak halen 4 banka ( T.C. Ziraat Bankası, T. İş Bankası, T.Garanti Bankası ve Akbank) bu sınırın üzerinde mevduata sahip bulunmaktadır. Peki bu uygulama yapılmalı mıdır?

Bu uygulamanın doğru olup olmadığını görmek için Türk finans piyasalarının durumunu görmek gerekmektedir. Bilindiği üzere finans piyasaları Türkiye’de gelişmiş ülkelere göre son derece sığ ve hacmi küçük bir yapıdadır. Alınması düşünülen bu önlem de ülkedeki finans piyasalarının gelişimini önleyici çerçevededir. Amerika ve gelişmiş diğer ülkelerdeki banka sayısının ve finans piyasa hacimlerinin son derece yüksek olduğu düşünüldüğünde bu ülkelerdeki yapılarla ülkemizi aynı düzeyde ele almamak gerekmektedir. Ülkemiz bankacılık piyasasının oligopolistik yapısı sistemin gereği kadar toplumsal yapı ve tercihlere de bağlı bulunmaktadır. Bu yapıda iyileşme sağlamadan getirilecek bu tür bir uygulama bankacılık sistemini geri götürecektir. İkinci olarak pasif yapısındaki bir sınırlamanın bankaların aktif yapılarını da  etkileyeceği bankaların kaynak kullanımlarını da sınırlayacağı açıktır. Bu durumun ekonomik faaliyetlere olumsuz yansımaları olacağı dikkate alınmalıdır. Yine rekabet koşullarına uygun olmayan bu uygulama bankaların yeni yatırımlarını ve yeni hizmetlere yönelmelerini önlerken yatırım yapmayan bankaların da sırf bu nedenle  diğer bankalarla aynı olanaklara sahip olmalarına ortam yaratacaktır.

Bu çerçevede bankaları küçülterek faaliyet etkinliğinin azaltılması yerine ülkemizde zaten 2001 sonrası BDDK tarafından başarılı bir şekilde yürütülmeye başlanan gözetim ve denetim faaliyetlerinin sürdürülmesi gerekiyorsa büyük kabul edilebilecek bankalara yönelik gözetimin daha yakından olacak şekilde yenilenmesi vb. uygulamalara gidilmesi daha yararlı olacaktır.

Türk bankacılık sektörünü kriz ve yeni trendler çerçevesinde değerlendirmeye gelecek ayki yazımızda da devam edeceğiz.