TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜNDE ARAYIŞLAR (II)
Hatırlanacağı üzere geçen ayki yazımızda Türk bankacılık sektörünün, krizin etkilerinin azalmaya başladığı dönemde durumunu ve olası gelişmeleri analiz etmeye başlamıştık. Bu yazımızda da kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Bankaların geçen sayıda söz ettiğimiz yeni ürün uygulamalarının yanında, son dönemde bankacılık sektörü için bazı yeni düzenlemeye yönelik girişimler de bulunmaktadır. Bunlardan biri Obama formülüdür. Obama formülü hatırlanacağı üzere bankaların belirli bir büyüklüğü geçmesini önleyici önlemler üzerinde durmaktadır. Ülkemizde de bu yönlü önlemler alınabileceği ve bankaların sahip olabileceği mevduat sektör payının % 10 ile sınırlandırılabileceği yetkili organlarca dile getirilmiştir. Konuya ilişkin Türk bankacılık sektörünü değerlendirecek olursak halen 4 banka ( T.C. Ziraat Bankası, T. İş Bankası, T.Garanti Bankası ve Akbank) bu sınırın üzerinde mevduata sahip bulunmaktadır. Peki bu uygulama yapılmalı mıdır?
Bu uygulamanın doğru olup olmadığını görmek için Türk finans piyasalarının durumunu görmek gerekmektedir. Bilindiği üzere finans piyasaları Türkiye’de gelişmiş ülkelere göre son derece sığ ve hacmi küçük bir yapıdadır. Alınması düşünülen bu önlem de ülkedeki finans piyasalarının gelişimini önleyici çerçevededir. Amerika ve gelişmiş diğer ülkelerdeki banka sayısının ve finans piyasa hacimlerinin son derece yüksek olduğu düşünüldüğünde, bu ülkelerdeki yapılarla ülkemizi aynı düzeyde ele almamak gerekmektedir. Ülkemiz bankacılık piyasasının oligopolistik yapısı, sistemin gereği kadar toplumsal yapı ve tercihlere de bağlı bulunmaktadır. Bu yapıda iyileşme sağlamadan getirilecek bu tür bir uygulama bankacılık sistemini geriye götürecektir. İkinci olarak pasif yapısındaki bir sınırlamanın bankaların aktif yapılarını da etkileyeceği, bankaların kaynak kullanımlarını da sınırlayacağı açıktır. Bu durumun ekonomik faaliyetlere olumsuz yansımaları olacağı dikkate alınmalıdır. Yine rekabet koşullarına uygun olmayan bu uygulama, bankaların yeni yatırımlarını ve yeni hizmetlere yönelmelerini önlerken, yatırım yapmayan bankaların da sırf bu nedenle diğer bankalarla aynı olanaklara sahip olmalarına ortam yaratacaktır.
Bu çerçevede bankaları küçülterek faaliyet etkinliğinin azaltılması yerine, ülkemizde zaten 2001 sonrası BDDK tarafından başarılı bir şekilde yürütülmeye başlanan gözetim ve denetim faaliyetlerinin sürdürülmesi, gerekiyorsa büyük kabul edilebilecek bankalara yönelik gözetimin daha yakından olacak şekilde yenilenmesi vb. uygulamalara gidilmesi daha yararlı olacaktır.
Diğer bir konu bankaların sahip oldukları şubeler için harç ödemelerinin öngörüldüğü düzenlemedir. Yapılan düzenlemeyle nüfusu 5.000’e kadar olan yerlerdeki şubeler için 12.000 TL, nüfusu 5.000-25.000 arası olanlar için 36.000 TL ve nüfusu 25.000 üstü olan yerler için 48.000 TL yıllık harç öngörülmektedir. Düzenleme temelinde, bütçe açıklarının kapatılmasına yönelik kaynak yaratma amacı taşıdığı düşünülmektedir. Bankalar açısından bakarsak, uygulama bankaların kaynak maliyetlerini artıran ve karlılıklarını olumsuz etkileyen bir durum yaratacaktır. Bankacılık, sektör olarak devlete ödediği kurumlar vergisi ile en önemli katkı yapan sektörlerin başında gelmektedir ve vergi kaçağının hemen hemen hiç olamayacağı bir alandır. Buna rağmen bankaların gelir elde etmek amaçlı daha fazla üzerine gidilmesi uygun görünmemektedir. Bu aslında kriz sırasında bankacılık sektörünün karlılığını koruması ve yapısal olarak fazla etkilenmeyen bir görünüm sergilemesinden kaynaklanmıştır. Ancak bankacılık sektörünün hassaslığı dikkate alındığında, öncelikli olarak korunması gerektiği ve bu maliyeti bankaların büyük ölçüde müşterilerine yansıtacağı unutulmamalıdır.
Bankacılık sektörünü etkileyen diğer bir gelişme faiz oranlarında yaşanmıştır. Ülkemizde mevduata negatif faiz uygulaması bilindiği üzere 1980 öncesi dönemde bulunmaktaydı. 1980 sonrası liberal ekonomiye geçişle birlikte pozitif faiz uygulaması başlamış ve günümüze kadar da bu şekilde gelmiştir. Global krizin ilk dönemlerinde faiz oranlarında görülen yükselme bir süre sonra tersine dönerek düşmeye başlamış ve sonuçta faizler negatif reel getiriye dönecek kadar düşmüştür. Talep yetersizliğine bağlı olarak ekonomiyi canlandırmaya yönelik bu uygulama dünyanın genelinde görülmektedir. Ancak ülkemizin yaşanan krizde dünyanın en çok daralan ekonomilerinden biri olduğu düşünüldüğünde, iç talebin kısa sürede canlanmasının bu önlemlerle sağlanması mümkün görünmemektedir.
Bu gelişmeler çerçevesinde önümüzdeki dönemde yaşanabilecek gelişmeleri gözden geçirmekte de fayda bulunmaktadır.
Öncelikle mevduat bulmak daha kolay ve ucuz, kredi satmak daha riskli olacaktır. Bu çerçevede her işe kredi vermek yerine seçilmiş sektörlere ve gruplara kredi verilecektir. Büyük krediler yerine küçük meblağlı yaygın dağıtılmış krediler tercih edilecektir. Böylece bankalar sermayelerini kaybetmemek için yüksek risklerden kaçacaklardır.
Daralan kar marjları nedeniyle faiz dışı karlılığa daha da önem verilecektir. Bankalardan bedava hizmet alma dönemi tamamen sona erecektir. Yeterli aktif karlılığı sağlamak için bankalar hedef büyütmek, pazar payı artırmak zorunda kalacaktır. Bankaların kredi kullandırırken yapacağı uygulamalar ile kayıt dışı ekonomi azaltılacaktır. Operasyon maliyetlerini düşürmek için banka içinde pahalı yapılan işler dış şirketlere (outsourcing) verilecektir. İşlem bazlı bankacılık yerine, müşteri ilişkileri bazlı bankacılık yaygınlaşacaktır.
Bankalar para kazanmayı kolaylaştıran ürün ve hizmetler sunarken cimri, para harcamayı kolaylaştıran ürün ve hizmetleri sunarken cömert davranacaktır.
İtibar yönetimi çok önemli hale gelecektir.Etik değerlere sahip çıkanlar önde olacaktır. Müşteri sadakati, etik değerlere ve itibara bağlı hale gelecektir. Bunun için de bilgi güvenliği, müşteri sırlarının korunması, teknolojik yatırım yapılması gereken alanların başında yer alacaktır.
Bankaların denetim, gözetim ve raporlama sistemlerine ilişkin dünya standartları daha sert ve erken uygulanacak, yasal düzenlemeler zorlaştırılacaktır. Uyulması gereken düzenlemeler, takip etmesi bile mümkün olmayan bir hızla yenilenecektir. Bu düzenlemelerin çoğunluğu da risk yönetimi alanında olacaktır. Dolayısıyla önümüzdeki yıllarda finans kuruluşlarının mevzuat ve risk yönetimi birimlerinin genişlemesi ve sermayenin korunması beklenmelidir. Risk yönetiminin daha da önemli hale gelmesiyle analitik uygulamalar önem kazanacaktır. Örneğin Türk bankalarının yaklaşık sadece % 20’si bugün için veri madenciliği gibi analitik uygulamaları düzenli ve tutarlı olarak kullanmaktayken, bu yüzde yakın gelecekte büyük ölçüde artacaktır.
Özellikle müşteri odaklı yaklaşımın benimsenmesi ile birlikte, müşteri sadakatini sağlayacak, doğru ürünü müşteriye sunabilecek nitelikli elemanlar çok değerli hale gelecektir. Öte yandan maliyet yönetimi önem kazanacaktır. Özellikle doğru yerde doğru ürünleri sunan şubeler bulunduran bankalar avantaj elde edecektir. Şubeler değil, merkezi maliyet merkezleri devreye girecek, toplu alımlar ile maliyetler düşürülecektir. Geçen sayıda bir ölçüde söz ettiğimiz üzere bankaların faaliyet alanları genişleyecektir.
Yeni ürün geliştirme çalışmaları ağırlık kazanacaktır. Bunlara örnek olarak;
- Ödünç verme yanında yatırım bankacılığı faaliyetleri
- Pasifte ürün çeşitlendirmesi (VDMK, ipotekli borç senetleri, banka tahvili)
- Sözleşme bankacılığı faaliyetleri
- Portföy yönetimi
- Kurumsal danışmanlık faaliyetleri
- Türev araçlar verilebilir.
Basel II’ye yönelik yeni adımlar atılması beklenmelidir. Nitekim BDDK tarafından Basel II’ye geçişe yönelik düzenleme taslakları geçtiğimiz günlerde yayınlanmış bulunmaktadır.
Dağıtım kanallarında da etkin kullanım ön plana çıkacaktır. Genelde çok kanallı dağıtım stratejisi ön planda olacaktır. Finansal süpermarket düşüncesi ağırlık kazanacaktır. Şubeleşmenin önemi devam edecektir. Ancak, genelde eğilim, şubelerin küçülmesi yönünde olacaktır. İnternet bankacılığı uygulamaları artacaktır. Ancak bu konudaki güvenlik sorunu ve yasal altyapı eksikliğini gidermek bankalar için en önemli maliyet olacaktır.
Sonuç olarak önümüzdeki dönemde:
- Faiz dışı gelirleri en çok artıran
- Faiz dışı giderleri en çok azaltan
- En fazla hacim büyüten
- Risk yönetimini en iyi yapan
- Özkaynakları en güçlü olan
- En doğru fiyatlandırma yapan
- Hizmet kalitesini en fazla yükselten bankaların başarılı olacağını rekabet avantajı sağlayacağını söylemek mümkündür.