ULUSLARARASI FİNANSAL KRİZ BANKACILIK SEKTÖRÜ VE REEL SEKTÖRÜ NASIL ETKİLİYOR?

Bilindiği üzere bankaların temel fonksiyonu yatırımcıların mevduatlarını toplayıp  kredi olarak girişimci ve şirketlere aktarmalarıdır. Dolayısı ile bankaların para-kredi alanında önemli görev ve fonksiyonları bulunmaktadır. Ticari hayatta işlemlerin düzenli olarak yürümesi, bankaların bulunmadığı bir ortamda çok zordur. Bu nedenle, bankalar ekonomik hayatın en önemli temel taşlarından biridir. Bankalar; kişilerin tasarruflarını güvenle saklar, tasarruflarından gelir elde edilmesini sağlar. Finansman ihtiyacı olan kişi ve kurumların  ihtiyaçlarını karşılar.

Verdikleri kredileri şayet bankalar faizi ile birlikte geri alamazsa  kredi riskine maruz kalmış olurlar. Bütün finans kurumları bu türden riske az çok maruz durumdadırlar. Bu türden toplanmasında zorluk olan veya toplanamayan krediler ve borçlar, takipteki krediler başlığı altında bankanın bilançosunun aktifler tarafında altında yer alır.

Banka, bilançosunda takipteki kredi olarak yer alan miktarları bir süre sonra kredinin geriye ödenmeyeceği kesinleşirse silmek zorunda kalır. Bu da tabi banka için likit aktiflerinin azalması sonucunu doğurur.. Ayrıca geri dönmeyen krediler bankalarca özkaynaklardan karşılanır. Bu da özkaynakların erimesi anlamına gelir ki, buna karşılık banka sermaye artırımına giderek acil önlemler almak zorunda kalabilir. Dolayısıyla geri dönmeyen krediler bankaların hem likidite durumunu hem de özkaynak yapısını olumsuz yönde etkilemektedir.

Bankacılık faaliyetlerinin risk üzerine kurulduğu düşünüldüğünde bankalarda makul oranlarda  bir kredi geri dönmeme durumu her zaman sözkonusudur. Ancak belirli bir düzeyi geçen kredi geri dönmeme olayı nihai olarak özkaynakları tüketeceğinden bankaları batırabilecek sonuçlar doğurabilecektir

2007 yılında ABD’de başlayan ve geçtiğimiz yıl ikinci yarısından itibaren tüm dünyada etkilerini yoğun olarak hissettirdiği görülen küresel krizin ülkemizde de ekonomik göstergelere baktığımızda kendini gösterdiği açıktır. Özellikle reel sektörde büyük tahribat yaratmakta olduğu büyüme, ithalat, ihracat, kapasite kullanım oranı, işsizlik oranı gibi göstergeler açıklandıkça ortaya çıkan durum, krizden önümüzdeki dönemde kolayca çıkılamayacağı görülmektedir.

Bankacılık sektörü daha once yaşanmış olan krizlerin tecrübesi ile bu krize daha sağlam bir  girmiş bulunmaktadır. Bununla birlikte ekonominin genelini etkileyen bu boyuttaki bir krizden etkilenmeden çıkabilmesi ise mümkün görünmemektedir. Nitekim yukarıda söz edildiği gibi bankaların temel fonksiyonları gereği firma ve şahıslara kredi kullandırmaları bu firma ve şahısların durumlarında oluşabilecek olumsuzluklardan bankaların da doğrudan etkilenmeleri sonucunu doğurmaktadır. Bankalarımız da verdikleri kredilerin miktarlarını geçtiğimiz yıllarda önemli miktarlarda artırmışlardır..

Gerçekte baktığımızda küresel krizin bankaları ve özel sektörü iki noktadan etkilediği ve önümüzdeki dönemde de daha fazla  etkileyeceği görülmektedir.

  •   Birincisi, dış kaynak bulma ve dış borçları çevirmesindeki zorluklar
  •   İkincisi de yurtiçindeki kredilerin ödenmesinde çıkabilecek riskler.

Geçtiğimiz yılın ikinci yarısından itibaren bankaların mevcut dış borçlarının ancak % 60-70’ini yenileyebildikleri görülmektedir. Yani bankalar mevcut borçlarını bile çevirememektedir. Bu durum bir yandan bankaların likiditesini etkilerken diğer yandan kredi kapasitelerini azaltmaktadır.

İkinci etki ise bankalar açısından çok daha önemli ve risklidir. Türkiye’de geçtiğimiz birkaç yılda kredi hacminde önemli artışlar yaşanmıştır. Kredilerdeki bu hızlı gelişme hem tüketici kredilerinde, hem de ticari kredilerde gözlenmiştir. Nitekim BDDK Başkanı tarafından yapılan açıklamalara göre tüm bankacılık sistemi kredilerinin 2008 yılsonu itibariyle takibe dönüşüm oranı %3,8’dir. Bu oran bireysel krediler özelinde % 3,6, KOBİ kredilerinde %5,2 ve ticari ve kurumsal kredilerde %2,8’dir  ve özellikle geçtiğimiz aylarda takipteki KOBİ kredilerinde hızlı gelişim yaşanmıştır. Önümüzdeki dönemde bu oranların daha da artması ve bireysel kredilerde de yükselmesi kaçınılmazdır. Özellikle son yıllarda agresif kredi kullandırma politikası ile hareket eden ve özkaynakları yeterince güçlü olmayan bankalar, bu durumdan daha fazla etkileneceklerdir.

2007, 2008 yıl sonu ve 2009 yılı ilk çeyreği itibariyle kredi riski ve rakamsal gelişmeler açısından sektor bilançosunun bir özeti aşağıda yer almaktadır.

  2007 2008 31.03.2009
Toplam Kredi 285.616 367.445 372.108
Takipteki Kredi. 10.345 14.053 16.571
Takip Kredi./Toplam Kredi 3,6 3,8 4,5

Kaynak: BDDK

Tablodan da görüleceği üzere takipteki kredilerin son üç aylık dönemde önemli ölçüde bir artış trendinde olduğu gözlenmektedir. Bu durum önümüzdeki dönemde artarak devam edecektir. Tahminlerime göre takipteki alacakların krediye oranı 30 Haziran 2009’da %6’ya, Eylül veya 2009 yılsonu rakamlarının ise % 10’a ulaşacağını düşünüyorum.

Bankacılık Sektörünün krediye ilişkin temel büyüklüklerinin yıllık büyüme rakamları aşağıdaki tabloda yer almaktadır.

  30.09.2008 31.03.2009 Artış %
Toplam Kredi 361.149 372.108 3,0
Takipteki Kredi 11.633 16.571 42,4

Kaynak: BDDK

Tablodan da görüldüğü üzere takipteki kredilerdeki artış oranı, kredi büyümesinin çok önündedir. Krediler son altı aylık dönemde % 3 artarken, takipteki krediler % 42.4 oranında artmıştır. Bankacılık sektörünün 2009 yılındaki en önemli sorunu ödenmeyen krediler olacaktır.  Bu tablonun gösterdiği bir diğer gerçek ise son zamanlarda reel sektörün şikayet ettiği bankalar kredi vermiyor şikayetlerinin yanlış olduğudur. Son altı ayda bankacılık sektörü reel sektörü ve bireyleri kredilendirmeye devam etmiştir. Burada sorun bankaların kredibilitesi olan şirket bulmakta zorlanmalarıdır. Önümüzdeki dönemde bu noktada daha da zorlanacakları kesindir.

Burada önemli olan nokta sektörde yaşanan kredi riskinin, banka bazında riskten çıkıp sistematik risk haline dönmesidir. Çünkü ekonomide reel sektörün hemen hemen tamamında yaşanan olumsuz gelişmeler ve işsizlik oranındaki giderek artan rakamlar, tek tek bankaları etkilemenin ötesine geçerek bankacılık sektörünün tümünün sorunu  haline gelme aşamasındadır. Nitekim son açıklanan resmi işsizlik rakamları ciddi ölçüde endişe verici boyuttadır. 2009 yılı ocak ayında işsizlik oranı bir önceki yılın aynı dönemine göre 3,9 puan artarak yüzde 15,5’e ulaşmıştır..

Riskin temeli ekonomik konjonktüre bağlıdır. Bu durum ise  bankacılık sektörü için daha büyük bir tehlike anlamına gelmektedir.

Aynı zamanda ekonominin büyüme tahminlerine ilişkin yapılan son revize, geleceğe ilişkin beklentilerin olumsuz yönde olduğunu da vurgulayan bir başka noktadır. Ekonominin 2009’da yüzde 3,6 küçülmesi, 2010’da yüzde 3,3 büyümesi öngörülüyor.  2009 yılı için küçülmenin daha yüksek olması büyük bir ihtimaldir.

Bankalar tek tek kredi portföylerini kaliteli tutması bireysel açıdan anlamlı değerlendirilebilirken, riskin sistematik riske dönüşmesi aşamasından sonra çok da anlam ifade etmeyebileceği ortadadır. Sektörlerin hemen hemen tamamını etkisi altına alan riskten, aynı piyasada faaliyette bulunan ve temel görevi kaynaklara aracılık etmek olan bankaların etkilenmemesi kaçınılmaz olacaktır.