YOLUN SONU GÖRÜNÜYOR MU?

ABD finans piyasalarında giderek artan karmaşa global piyasaları ve hatta ekonomileri ciddi ölçülerde tehdit etmeye başlamıştır. Geçtiğimiz bir yıllık süreden beri devam eden çalkantılı dönem son zamanlarda yeni bir ivme kazanmış gibi görünmektedir.

2007’nin başlarında, kelime olarak tartışmaya başladığımız bizim için yeni bir kavram olan “mortgage” yasalaştırılıp tam Türkiye’de uygulamaya başlanacaktı  ki sistemin mimarı ABD’de sistemle ilgili ciddi sorunlar ortaya çıktı. Kişilerin gelirleri ve kredi geçmişleri önemsenmeden verilen yüksek riskli mortgage kredileri, sadece ABD’nin değil tüm dünya piyasalarının kabusu oldu. Bugün de Amerikan yüksek riskli mortgage (subprime mortgage) piyasalarında patlak veren ve finansal piyasalara da yayılan krizin sebep olduğu sorunlar aradan bir yıldan fazla zaman geçmesine rağmen artarak devam etmekte. Bear Sterns‘le başlayan dev firmaların batma sürecine kısa süre önce Freddie Mac ile Fannie Mae girmişken, en son Lehman Brothers, Merrill Lynch, AIG’de bu çarkın içinde kendini buldur. Önümüzdeki dönemde daha pekçok büyük firmanın bu duruma düşmesi de kaçınılmaz görünmekte. Amerika eski Merkez Bankası Başkanı Greenspan’in yaşananları “100 yılda bir ortaya çıkacak finansal kriz” olarak ifade etmesi durumun ciddiyetini net bir şekilde ortaya koymaktar. Bu noktada bugüne nasıl gelindiğini kısaca hatırlayalım.

Bizim hayatımıza yeni yeni girmeye başlayan mortgage sistemi, ABD’de uzun yıllardır uygulanan ve 20-30 yıla kadar uzayan vadelerle ev sahibi olma imkânı sunan değişken ya da sabit faizli bir ev kredisi sistemidir. Kredi kullanmak isteyenler öncelikli olarak kredi geçmişlerine göre derecelendirilmekte, kredi geçmişi kötü olanlar da kredi kullanabilmekte, fakat kredi geçmişi  iyi olanlara göre daha yüksek faiz ödemek zorunda bulunmaktadır. Bir başka deyişle, subprime mortgage piyasasında, kredi almak için gerekli şartları sağlayamayan kişilere de kredi kullandırılmaktadır.

Sorun, 2000’li yıllardan itibaren gayrimenkul fiyatlarındaki yükseliş sırasında, düşük kredi notlu müşterilere yüksek risk nedeniyle yüksek faizli ve ilk ödemeleri düşük olan kredilerin kullandırılması ile başladı. Ev fiyatları sürekli yükseldiği için kredi kullananlar aldıkları emlağın değerinin belli bir süre sonra daha da yükseleceğini ve yüksek ödeme dönemine girmeden emlağın elden çıkarılması ile kâr edebileceklerini düşünmekteydi. İkinci olarak ABD’de faizlerin sürekli düşmesine güvenen önemli bir kısım müşteri de değişken faizli kredi kullanmıştı.

Kredilendirme yapan kuruluşlar bu alacaklarını teminat göstererek büyüklüğü trilyon $’ı bulan emlak tahvillerini piyasaya sattılar. Bu tahvillerin getirileri, Amerikan hazine bonosunun çok üzerinde olduğu için özellikle riskli ve yüksek getiri hedefleyen hedge fonlar bu tahvillere yöneldi. 1980 yılında ABD’deki mortgage kredilerinin sadece yüzde 10’u tahvile dönüşürken, 2006 yılında bu oran yüzde 56’ya çıktı. 2004 ile 2006 yılları arasında, özellikle ABD genelinde ev fiyatlarının arttığı süreç içerisinde toplam 2500 banka, finans ve mortgage kurumunun 1,5 trilyon $’lık yüksek faizli mortgage kredisi kullandırdığı tahmin edilmektedir.

Bu kredilere dayalı olarak çıkarılan menkul kıymetler, daha yüksek kâr elde etmek isteyen yatırımcılar için de yeni birer alternatif haline geldi. Hedge fonlar gibi yüksek kaldıraçla işlem yapan fonlar, yüksek kâr elde etme isteğiyle bu menkul kıymetlere büyük ilgi gösterdi ve  Mortgage piyasalarındaki subprime mortgage (Kredibilitesi düşük, ama yine de ev sahibi olmak isteyen riskli müşterilerle çalışan ve daha yüksek faizle borç veren şirketlerden alınan kredi piyasası) oranı 1996 yılında %9 iken, 2006’da %20’ye ulaşmıştır.

Ancak, 2006 yılında gayrimenkul piyasasında başlayan durgunlukla birlikte fiyatlarda da düşüş başlamıştır. Fiyatların daha da yükseleceği düşüncesiyle yüksek faizlere katlanan kredi kullananlar zor bir döneme girdi. Bu sistemde kullanılan kredi miktarı toplamının 10 trilyon $ olduğu tahmin edilmekte ve bu kredi miktarının % 35’i değişken faizli kredilerden oluşmaktadır. Özellikle değişken faiz kullanmayı tercih eden yatırımcılar, FED’in faiz artırımı sonucunda yüksek faiz yüküyle karşı karşıya kalmışlardır. Faiz oranlarında belirlenen bir endekse göre yapılan artışlar, ödemeleri imkânsız hale getirmiştir. Konut fiyatları düştüğünden evini satsa bile borcunu ödeyemeyecek duruma gelen tüketiciler, tam anlamıyla bir çıkmaza girdi. Kredi kuruluşları bu kişilerin evlerine el koymaya başlamıştır. El konulan ev sayısında yaşanan büyük artış ve kredi kuruluşlarının bu evleri satıp nakde çevirmek istemesi, konut fiyatlarındaki düşüşü daha da artırdı.

Yükselen faizler ve gayrimenkul piyasalarında yaşanan daralmanın bir sonucu olarak 2007’nin ortalarında panik havası başladı. Zor duruma düşen firmalardan ilk batış haberi, Haziran 2007’de ABD’nin 5. büyük aracı kurumu, dünyanın en büyük hedge fon yöneticisi ve ABD’nin ikinci büyük mortgage tahvilleri ihracatçısı konumunda olan uluslararası yatırım bankası Bear Stearns’den gelmiştir. Bear Sterns, mortgage kredileri yatırımı yapan 2,6 milyar $’lık 2 fonunu kapattı. Daha sonra Avustralya kaynaklı Basis Capital 275 milyon $’lık, Absolute Capital de 177 milyon $’lık fonunun battığını açıkladı. Bu haberlerin ardından diğer fonlardan da üst üste benzer açıklamalar gelince krizin boyutu başta Avrupa olmak üzere tüm dünyaya yayıldı. Sonuçta paralarını fonlardan çekmek isteyen yatırımcı sayısındaki artışla birlikte bu ürünleri nakde çevirmek de zorlaştı. Bu yatırım araçlarının fiyatları oldukça düştü ve milyarlarca $’lık fonlar neredeyse değersiz hale geldi. Şirketler paralarını almak isteyen yatırımcılara ödeme yapmak için para bulamaz hale gelmişlerdir. Hangi şirketin ne kadar zararı olduğu konusunda kesin bilgi olmadığından, yaşanan kriz sonrasında bankalar da birbirlerine kredi vermeye çekinir hale geldiler. Piyasalarda likidite krizleri ardı ardına yaşanırken merkez bankaları ilk önlem olarak piyasalara likidite enjekte etti. Sonuçta mortgage piyasasında başlayan kriz, likidite krizini doğurdu.

Bu şekilde başlayan ve devam eden süreçte en son ABD’de iki büyük firma Fannie Mae ve Freddie Mac’in zor duruma düşmesi de konuyla ilgili firmaların özellikleri nedeniyle yeni bir boyut kazandı.

ABD’de ikinci el ipotek piyasasındaki faaliyetler, öncelikle, 1938 yılında Fannie Mae’nin hükümet tarafından kurulması ile başladı. Fannie Mae’nin kuruluş amacı, hükümet garantisi taşıyan Federal Housing Administration ve Veterans’ Administration tarafından sigortalanmış ipotek kredilerini satın almak ve bu sayede bu kredilere ikincil bir piyasa yaratmaktı. Kurum, kuruluşundan 30 yıl sonra 1968 yılında kamu mülkiyetinden çıkartılıp iki kurum haline getirilerek yeniden organize edildi.   Fanni Mae, 1970 yılından itibaren diğer ipotek kredilerinin de alım satımını yapmaya başladı. 1981 yılından itibaren ise ipoteğe dayalı ödeme aktarmalı menkul kıymet ihracına başlayan kurum, yatırımcıların değişen beklentilerine uygun olarak 1986 yılında, ilk defa getirisi ayrılan ipoteğe dayalı menkul kıymetleri ihraç etti.

Diğer taraftan, Hükümet garantisi dışında kalan konvansiyonel ipotek kredilerinin satın alınarak bunların da menkul kıymetleştirilmeleri amacıyla, 1970 yılında özel şirket statüsüne sahip Freddie Mac kuruldu. Freddie Mac, ilk defa 1971 yılında ipotek kredileri ile desteklenmiş ödeme aktarmalı yapıya sahip Katılım Sertifikaları olarak da bilinen menkul kıymetleri ihraç etti. Böylece Freddie Mac, söz konusu kurumlara finansman açısından yeni alternatifler sunmaya başladı. Kurum, ihracını gerçekleştirdiği sertifikaları alanlara, bunlara ilişkin anapara ve faizin tam ve zamanında ödenmesini kendisi garanti etmektedir.

İpotekli konut kredileri ödemelerinde sorunların artması, teminat olarak alınan evlerin fiyatlarının düşüp borcu karşılayamaz hale gelmesi ve Fannie Mae ile Freddie Mac’in düşük faizli borçlanma kapasitelerinin azalması nedeniyle kurumlar, bugünkü kriz ortamında zor duruma düştü. Öte yandan, ABD’deki tüm ipotekli konut kredilerinin neredeyse yarısına denk gelen 5 trilyon $’lık tahvile garanti veren Fannie Mae ve Freddie Mac’in garantisi altındaki tahvillere, ABD’nin dışındaki bankaların yanısıra merkez bankalarının da yatırım yapmış olması, kurumlardaki kaosu tüm dünyayı tehdit eder boyuta ulaştırdı.

Sonuçta ABD hükümeti, konut piyasasına destek sağlamak ve dünya finans piyasalarında daha fazla çalkantının önüne geçmek için mortgage finansman şirketleri Fannie Mae ve Freddie Mac’e el koyduğunu açıkladı. Bu işlem, şu ana kadar ABD’de yapılan en pahalı devlet müdahalelerinden birini oluşturmaktadır. ABD konut finansman piyasasının en büyük 2 oyuncusu olan şirketler, son 4 çeyrekte 14 milyar $’a yakın zarar etti. Devletin konut piyasasına destek olma amacına hizmet eden iki şirketin, devlet tarafından kayyum atanmasından sonra, borsada işlem görmeye devam etmeleri kararlaştırıldı.

Fannie Mae ve Freddie Mac ile ilgili gelişmelerin çalkantısı bitmeden bu kez karşımıza Lehman Brothers olayı çıktı. İki dünya savaşını, 1929 buhranını, petrol krizini, Asya-Rusya krizlerini gören, hepsinden de çıkmayı başaran Lehman iflas başvurusu yapma kararı aldı. Daha önce Barclays, Goldman Sachs ve Bank of America’nın Lehman’ı almak için biraraya geldikleri duyulmuştu. Ancak sonrasında aralarından Barclays zararlara karşı bir güvence alamayınca Lehman’ı almaktan vazgeçtiğini açıkladı. Ardından Bank of America’nın da bu işten vazgeçmesi  ve FED ile ABD Hazinesi’nin de herhangi bir girişimde bulunmaması sonucu Lehman Brothers’in iflası kaçınılmaz oldu.

Lehman Brothers’ın iflas etmesinin ardından diğer zordaki kurum olan Merrill Lynch 50 milyar $’a Bank of America’ya satıldı. 50 milyar $’lık anlaşma, bir dönem ABD’nin 4.  büyük yatırım bankası durumundaki Lehman Brothers’ın iflas aşamasına gelmesinden sonra diğer yatırım bankalarına olan güvenin de kaybolacağı endişelerinin ardından yapıldı. Nitekim, Merril Lynch’in Ocak 2007’de 90 $’dan işlem gören hisseleri Mayıs ayında 50 $’dan işlem görmeye başlamıştı. Bank of America yaptığı açıklamada, Merril Lynch’e hisse başına 29 $ vererek 50 milyar $’a satın almayı kabul ettiğini belirtti. Birleşmenin gelecek yılın ilk çeyreğinde tamamlanmasının beklendiği, anlaşmanın her iki şirketin yöneticileri tarafından onaylandığı belirtildi. Merrill Lynch’in bünyeye katılmasıyla Bank of America dünyanın en büyük 2. aracı kurumu haline gelecektir.

Global finans sektöründe kan kaybı yaratan bir diğer gelişme de dünyanın en büyük sigorta şirketlerinden biri olan American International Group’un (AIG) ve önemli finans şirketlerinden Washington Mutual’ın zor duruma düşmesi oldu. En büyük endişe ise dünya devleri olan bu finans kuruluşlarına yenilerinin katılması olasılığı. Bu sürece aynı çapta başka finans kuruluşları da katılacak olursa, dünyada sistemin genelde sağlıksız bir yapıya dönüşmesi de olası.

Yaşanan son krizin en önemli sonuçlarından biri derecelendirme kuruluşlarının yeterliliğinin soru işareti oluşturmasıdır. Aynı kredi derecelendirme kurumlarının, zor duruma düşen kuruluşlara kısa süre önce olumlu notlar verirken, rüzgarın terse dönmesiyle not indirimlerine gitmesi sistemin sorgulanmasını ve verdiklere notlara ne derece güvenilebileceği sorusunu ortaya çıkardı. Yatırımcıların geleceğe yönelik yatırım kararlarında derecelendirme kuruluşlarının notlarını dikkate almaya daha şüpheli yaklaşacakları da açık. Dolayısıyla derecelendirme kuruluşları bu krizde önemli prestij kaybına uğradı.

Dünya finans piyasalarındaki dalgalanmanın ülkemiz üzerindeki etkilerine bakacak olursak krizin Türkiye’de mortgage sistemine henüz geçiş aşamasında olması nedeniyle finans sektöründe bu nedene dayalı bir olumsuzluğun yaşanması şu aşamada beklenilmemekte. Bununla birlikte dünya finans piyasalarına tam anlamıyla bağlı olmamız gelişmelerden etkilenmemizi de kaçınılmaz kılmaktadır. Krizin büyük ölçüde likidite krizi olduğunu düşünürsek dünyada mevcut likiditeyi elde etmenin maliyetinin yani faizlerin yükseleceği söylenebilir. Bu durum ülkemize dışarıdan gelen sıcak paranın başka ülkelere yönelmesine yol açabileceği gibi içeride bulunan bu nitelikteki paranın kaçması da sözkonusu olabilir. Bunun ne ölçülerde olacağını ise önümüzdeki günlerdeki gelişmeler gösterecek. Ancak yıllık 50 milyar $’a yakın cari açığımızın olduğu bir ortamda ülkeden fazla likidite  çıkmasa bile yeni para girişinin olmaması bu açığın finansmanının nasıl yapılacağı sorusunu gündeme getirmekte. Döviz kurlarının yükselmesi muhtemel gelişmeler arasında olacaktır.

İkinci olarak son yıllarda reel sektörün kaynak ihtiyacını yurt dışından karşıladığı ve büyük çaplı borçlanmalar yaptığı bilinmekte. Bu borçlanmaların geri ödenmesinde sıkıntılar yaşanması, yeni borçlanmaların zorlaşması ve borçlanma olanağı yaratabilenlerin ise maliyetlerinin büyük ölçüde artması kaçınılmaz. Yurtiçi borçlanmaya yönelme ile birlikte ülkemizde de faizlerin artışı sözkonusu olacaktır.

Herkesin kabul ettiği bir gerçek dünyada genel bir durgunluğun oluşacağıdır. Bu ortamda ihracatın eskisi kadar rahat gerçekleştirilemeyeceği açıktır. Halen pek çok handikapla karşı karşıya bulunan ekonomimizin bu durumdan da olumsuz etkilenmesi kaçınılmazdır. Dolayısı ile bizde de yakın gelecekte büyüme rakamlarında olumsuzluklar kendini iyice gösterecektir.

Ülkemiz finans piyasaları şu an için krizden kendini korur görünmektedir. Ancak dünyada yaşanan krizin ağırlıklı mortgage ürünlerine bağlı çalışmayan finans kurumlarına da sıçraması durumunda, yabancı ağırlığı son dönemde önemli ölçüde artmış ve yurtdışına entegrasyonu tam olan ülkemiz finans sektörünün de bundan etkilenmesi kaçınılmazdır.

Sonuç olarak, dünyadaki konjonktüre uygun olarak ülkemiz ekonomisinin de zor bir döneme girdiği ve koşulların daha da zorlaşacağı açıkça görünmektedir. Önemli olan bu zor koşullara uyum sağlamak üzere ne yapıldığıdır. Halen krize yönelik önlem amaçlı göze çarpan bir karar alınmadığı ve bugün bir karar alınsa bile alınan kararların etkilerinin kendini belirli bir zaman sonra göstereceği düşünüldüğünde endişelenmemek mümkün değil.