ZOUNLU KARŞILIK POLİTİKASINDAKİ DEĞİŞİMİN YANSIMALARI

Bankacılık sektörünün ekonomi açısından üstlendiği görev kuşkusuz düzenleyici ve denetleyici kurumları yakından ilgilendirmektedir. Bu kapsamda yapılan düzenlemelerin önemli bir bölümü sektörün ekonomi açısından üstlendiği misyonu korumak ve/veya kollamak adına gerçekleştirilmektedir.

Ancak zaman zaman da bankacılık sektörü aracılığı ile piyasaları dengelemek ya da belirlenen bir hedefe doğru piyasaların yönlenmesi konusunda banka işlemlerinden destek almak amacıyla yapılan düzenlemeler de bulunmaktadır. Nitekim Merkez Bankası’nın geçtiğimiz haftalarda yapmış olduğu bir düzenlemeyi de bu kapsamda değerlendirmekte yarar bulunmaktadır.

Gerek piyasalar tarafından duyulan ihtiyaçlar gerekse bankacılık sektörünün dinamiklerini dikkate alan Merkez Bankası uygulamakta olduğu para politikası araçlarını ihtiyaç duydukça devreye sokmaktadır. İşte en yaygın olarak bilinen zorunlu karşılık uygulaması de Merkez Bankası tarafından gerektikçe kullanılan bir araç niteliğindedir. Bilindiği üzere Merkez Bankası 1 Ekim 2010 tarihinden itibaren zorunlu karşılık uygulamasında yeni bir değişikliğe gitti.

Zorunlu karşılık uygulamasından kısaca bankalar ve Merkez Bankası açısından bahsetmekte yarar var.

Bankalar en basit açıdan, ekonomi içindeki tasarrufların ihtiyaç duyan kesime ulaştırılmasında aracılık fonksiyonu üstlenmektedir. Bu aracılığı gerçekleştirirken de ticari bir işletme sıfatı ile ödünç aldığı kaynaklara faiz ödemekte, ödünç verdiği kaynaklardan da faiz almaktadır. Ancak piyasa düzenleyicileri, piyasaların düzgün işlemesi amacıyla zaman zaman çeşitli kısıtlamalar getirirler. Nitekim Ülkemizde de ilk uygulaması 1933 yılında gerçekleştirilen ve o zaman mevduat munzam karşılığı olarak uygulamaya konulan düzenlemenin temel amacı: bir banka topladığı kaynağa faiz ödediği için bu kaynağı kasasında nakit olarak tutmak istemez ve hemen borç vermek için harekete geçer. Ancak toplanan kaynağın vadesi ile, kredi olarak verilen kaynağın vadesi arasında birebir eşleşme sağlamak hemen hemen mümkün olmaz. Bu durumda da bankaya borç verenlerin bu borcu geri istediklerinde bankanın kasasında maliyet düşüncesi doğrultusunda kendi isteği ile tutmak istemeyeceği nakit tutarın miktarı, Merkez Bankası tarafında belirlenir ve tutar bankanın Merkez Bankası’ndaki hesabında tutulur. İşte bu uygulamaya eski adıyla mevduat munzam karşılığı, değişen adıyla da zorunlu karşılık diyoruz. Uygulama kapsamı, zaman içinde sadece toplanan mevduatlar yerine bankaların interbank ve repo hariç tüm yabancı kaynakları olarak değiştirildi.

İşte bu uygulama bankaların kaynak toplama ile bu kaynağı borç verirken belirleyeceği faiz oranını belirleme çalışmalarında kuşkusuz etkili olmaya başladı. Örneğin:

Bankaların kaynağa ödediği faiz ile kaynaktan aldığı faiz arasındaki farka faiz marjı denilmektedir. Bankalar bu marjı belirlerken kaynağı toplarken ödediği faizin yanı sıra bazı noktaları da dikkate alarak alacağı faiz oranını saptamaktadır. Bir banka piyasadan % 7 ile mevduat toplamış olsun. Aynı kaynağı da bir firmaya kredi olarak ödünç verecek olsun. Kredi faizini belirlerken en temel olarak dikkate alacağı noktaları şöyle ifade edebiliriz:

1-      Topladığı kaynağa ödediği faiz

2-      Bu kaynağı toplamak için yapmakta olduğu sabit giderler (çalışan ücreti, işlem masrafları, kira, iletişim masrafları vb işletme giderler.)

3-      Verdiği kredinin geri dönmeme riskine ilişkin prim

4-      Kar marjı

Dolayısı ile, varsayalım ki bankanın işletme giderleri % 3, kredi için belirlediği risk primi oranı % 2 ve kar marjı da % 2 olsun, bu durumda banka % 7 ile topladığı bir kaynağı %14 faiz oranı ile kullandıracak demektir.

Aynı banka eğer zorunlu karşılık uygulaması kapsamında ise bu durumda kaynak maliyeti değişeceğinden, ya bu maliyeti müşteriye yansıtacak yani kredi faizini yükseltecek, ya da kar marjından fedakarlık yapacaktır. İkinci seçenek çoğu banka tarafından tercih edilmeyecek bir seçenek olacaktır. Çünkü bankalar zaten çok düşük faiz marjı ile çalışan işletmelerdir. Eğer Merkez Bankası zorunlu karşılık uygulamasını % 5 olarak belirlemiş ise yukarıdaki banka aynı risk düzeyi, aynı işletme giderleri ve aynı faiz marjı olmak kaydıyla kredi faizini şöyle belirleyecektir:

100 TL mevduat için 7 TL faiz ödeyecek, ancak bu 100 TL’nin 5 TL’sini zorunlu karşılık uygulaması kapsamında Merkez Bankasındaki hesabına yatıracak, kalan 95 TL’yi kredi olarak verecektir. Banka faiz maliyeti dışında diğer fiyat unsurlarını (kar marjı, işletme gideri ve risk primi) düşünmemesi durumunda topladığı kaynakla borç verdiği kredinin faiz giderlerinin eşit olacağı yani baz maliyet düzeyini şöyle belirleyecektir:

Satılacak kaynak: 95 TL

Faizsiz bekletilecek kaynak= 5 TL

Minimum sağlanması gereken faiz geliri = 7 TL

Sorusunun cevabı: (95 x  ?) + ( 5 x 0 ) = 7 eşitliğinin çözümü ile basitçe belirlenerek,

0,073684 olarak yani yaklaşık % 7,37 olarak bulunacaktır. Bulunan baz maliyetin üzerine diğer unsurlar ilave edildiğinde:

İşletme giderleri % 3,

Kredi risk primi % 2

Kar marjı da % 2 olmak üzere,

Kredi faiz oranı = % 7,37 + % 2 + % 2  +% 3 = % 14,37  olacaktır.

Mevduat müşterisinin kazancı değişmedi, bankanın kar marjı değişmedi, müşterinin riskliliği değişmedi, bankanın işletme giderlerinde değişiklik olmadı, ancak toplanan kaynağın faiz oranı aynı kalırken, kredi faizi arttı.

Değişen ne oldu?  sorusunun cevabı: Zorunlu Karşılık Uygulaması.

Bu durumda Merkez Bankalarının zorunlu karşılık oranına ilişki yapacakları her artış diğer hiçbir unsur değişmezken, doğrudan kredi faizlerine yansıyacak, her bir azalış ise kredi faiz oranlarını aşağı çekecektir.

Merkez Bankalarının zorunlu karşılık uygulamasına ilişkin aksiyon almaları temelde 2 farklı bakış açısı ile mümkündür. Bunlardan ilki, piyasalardaki risklerin artması durumunda, başta mevduat sahipleri olmak üzere bankalara çeşitli kanallarla borç verenlerin bu borçları geri istemeleri durumunda bankaların daha likit olmasını sağlamak amacıyla zorunlu karşılıkların artırılmasıdır. Diğeri ise, tamamen para politikası aracı olarak zorunlu karşılık oranlarını değiştirmektir. Çünkü zorunlu karşılık oranında yapılacak her bir artış, bankacılık sistemine giren kaynaktan daha azının piyasaya geri dönmesi sonucuna neden olacaktır.

Tüm bu açıklamalardan sonra Merkez Bankası’nın, bankaların TL ve YP yükümlülükleri için bulunduracakları zorunlu karşılık uygulamasındaki değişikliğin ilk yansıması kuşkusuz kredi faizlerinde artış olacaktır ki nitekim piyasalardan bu gelişme izlenebilmektedir. Çünkü piyasadan bankacılık sistemine giren nakitten daha azı piyasaya kredi olarak çıkmaktadır. Bu durumda piyasadaki likidite azalmaktadır. İktisadın en temel kurallarından bir olan “az olan malın fiyatı artar” ilkesinden hareketle, paranın fiyatı olan faiz de doğal olarak yukarı yönlü hareket etmektedir.

Mevduat faizleri ile kredi faiz oranları arasındaki farkın açılması doğal olarak kredi müşterilerinin maliyetini artırmakta, bu durum da hem firmaların maliyetlerinin artmasına ve ürettikleri mal ve hizmetin fiyatının doğal olarak yükselmesine, tüketici cephesinde ise kredi kaynaklı harcamaların azalmasına yol açmaktadır. Bunun sonucu ise mal ve hizmetlere olan talep, kredi faizlerindeki artışa dayalı olarak geçmişe göre azalırken, bunun etkisi de firmaların stoklarında artış, devamında daha az üretim ihtiyacı şeklinde olmaktadır.

Sonuç olarak: bankacılık sektörünün dinamikleri çok hassas olup, ekonomi adına bankacılık sistemi aracılığı ile alınan her aksiyonun sonuçları, bir tarafı olumlu etkilerken zorunlu karşılık uygulamasında olduğu gibi yine ekonomi içindeki diğer faaliyetleri olumsuz olarak etkileyebilecektir.

 

Tecrübe; İnsanın Başına Gelen Şey Değildir, O İnsanın O Başına Gelenle Ne Yaptığıdır…

Aldous HUXLEY